Arama sonuçları

Fen bilimlerinde doktora yapan kız öğrenci oranı yüzde 2

Fen bilimlerinde doktora yapan kız öğrenci oranı yüzde 2

Dünyada hala bilim alanında cinsiyetler arasında büyük bir uçurum var. Her ne kadar son 50 yılda kadınların yükseköğrenime katılımı belirgin şekilde artmış olsa da kadınlar fen bilimleri, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında hala yeterli düzeyde temsil edilemiyor.

Birleşmiş Milletler (BM) Sosyal Politika ve Kalkınma Biriminin 14 ülkede yaptığı araştırma, üniversitede fen bilimleriyle ilgili alanlarda lisans, master ve doktora seviyesinde eğitim alan kız öğrencilerin oranının sırasıyla yüzde 18, yüzde 8 ve yüzde 2 olduğunu ortaya koydu. 

   

 ULUSLARARASI BİLİMDE KADINLAR VE KIZ ÇOCUKLARI GÜNÜ

 

BM Genel Kurulu, 2015'te kadınların ve kız çocuklarının fen bilimleri ve teknoloji alanında varlık göstermelerinin teşvik edilmesi için her yıl 11 Şubat'ın "Uluslararası Bilimde Kadınlar ve Kız Çocukları Günü" olarak kutlanmasına karar verdi.

Bugün özellikle bilim tarihinde önemli izler bıraktığı halde erkek meslektaşlarının gölgesinde kalmış bilim kadınlarının anılması açısından önem taşıyor.

ATOM ALTI PARÇACIKLARIN ETKİNLİĞİNİ MADAM CURIE ORTAYA ÇIKARDI 

Polonya asıllı Fransız fizikçi ve kimyager Marie Curie (1867-1934), bu gölgede kalan bilim kadınlarının en önemlilerinden biri.

"Madam Curie" diye anılan bilim kadını, radyoaktivite alanında yaptığı çalışmalarla atom altı parçacık fiziğine öncülük etti. Uranyum elementiyle 20. yüzyıl başında yaptığı deneylerde atom altı parçacıkların artırılmış etkinliğini ilk keşfeden kişi oldu.

Bu çalışmalarıyla 1903'te fizik, 1911'de ise kimya alanında Nobel ödülüne layık görülen Curie, Nobel ödülü alan ilk kadın ve bu ödülü iki kez kazanan ilk bilim insanı oldu.

Yazar ve ressam Rachel Ignotofsky, 2016'da yayımladığı "Women in Science: 50 Fearless Pioneers Who Changed the World" (Bilimde Kadınlar: Dünyayı Değiştiren 50 Cesur Öncü) kitabında Curie'den daha az tanınan ancak bilim tarihinde çığır açan araştırma ve buluşlara imza atmış 50 bilim kadınını örnek olarak gösteriyor.

DAĞLARIN NASIL OLUŞTUĞUNU BASCOM ORTAYA KOYDU

Florence Bascom (1862-1945), ABD'nin ilk kadın yer bilimcilerinden biri olarak tanınıyor. ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumunda çalışan Bascom, Amerika kıtasının Atlantik kıyı düzlükleriyle Apalaş Dağları silsilesi arasında kalan Piedmont Platosu'nun oluşumu konusunda çalıştı. Bascom'un araştırmaları dağ oluşumunda kıta tektoniğinin rolünü ortaya koyması bakımından öncü nitelikteydi.

 İngiliz gök bilimci Celia Payne-Gaposchkin (1900-1979), Güneş'in hidrojen ve helyumdan oluştuğunu keşfeden bilim insanı olarak tarihe geçti.

İngiltere’de botanik okurken astrofiziği keşfeden, ardından ABD'de Harvard Üniversitesinde eğitimine devam eden Payne-Gaposchkin'in Güneş'teki gaz bileşenleri üzerine yazdığı doktora tezi, halen gök bilimi alanına yapılmış en başarılı doktora çalışması olarak görülüyor.  

İtalyan tıp araştırmacısı Rita Levi-Montalcini (1909-2012), II. Dünya Savaşı ertesinde ABD’de yaptığı araştırmalarda canlılarda sinir sisteminin gelişimini belirleyen "sinir büyüme faktörünü" keşfetti.

Hayata 2012'de, 103 yaşında veda eden Levi-Montalcini, 100 yaşına ulaşan ilk Nobel ödüllü bilim insanı olmuştu.

URANYUMU WU ZENGİNLEŞTİRDİ  

  Madam Curie'nin uranyumla yaptığı keşiflerden yaklaşık 40 yıl sonra, Çinli bilim kadını Chien-Shiung Wu (1912-1997) ABD'ye doktora yapmak üzere geldiğinde II. Dünya Savaşı patlak verdi ve Wu kendini ABD'nin atom bombası üretmeyi amaçlayan gizli Manhattan Projesi için çalışırken buldu.

Wu, nükleer bomba yapımında kullanılan zenginleştirilmiş uranyumun üretimini sağlayan deneyleri gerçekleştiren isim oldu. Ancak Nobel Komitesi Fizik Ödülü'nü bunun yapılabilirliğini daha önce teorik olarak ortaya atmış olan iki erkek bilimciye vermeyi uygun gördü.

Wu'nun Manhattan Projesi için seçilirken girdiği mülakatta, gizli projenin ne olduğunu, arkadaki kara tahtada yazılı kalmış tek bir formülden anladığı hala onunla ilgili anlatan efsaneler arasında yer alıyor.

Norveçli psikolog, 1963 doğumlu May-Britt Moser, “şebeke hücreleri” adı verilen, beynimizin içinde bulunduğu mekanı zihinsel olarak kavramasını sağlayan özel sinir hücrelerinin varlığını keşfeden isim oldu.

Moser ayrıca beynin nasıl belirli konulara odaklanarak gereksiz bilgileri dışarda bıraktığını ve yine beynin kendini aslında olmadığı başka bir yerde hissettiğinde ne gibi değişimler geçirdiğini araştırdı.

Moser, tüm bu çalışmalarıyla 2014 yılında Nobel Ödülü’ne layık görüldü. 

Fransız bilim kadını, 1947 doğumlu Francoise Barre-Sinoussi, HIV'in AIDS hastalığına yol açtığını keşfeden kişi olarak bilim tarihine geçti.

1983'te AIDS'e bir mikrop veya virüsün yol açıp açmadığını anlamak üzere kurulan bir araştırma grubunda yer alan Barre-Sinoussi’nin varsayımın doğru olduğunu keşfetmesi yalnızca iki hafta sürdü.

Bu virüse insanın bağışıklık sistemini hasara uğrattığı için "human immunodeficiency virus" (insan bağışıklık eksikliği virüsü) ,yani baş harfleriyle "HIV" adı verildi.

Barre-Sinoussi, gelecek yıllarda da AIDS'i tedavi edilmesi ve hastalık etrafındaki gizemin çözülmesi yönündeki çabaların en büyük destekçilerinden biri oldu.

Bunlar gibi daha sayısız örnek, kadınların bilim dünyasına ne kadar yaşamsal katkılarda bulunduğunun somut kanıtları. Dolayısıyla eğitim ve öğretim sitemlerinin fen bilimleri, teknoloji, mühendislik ve matematik gibi alanlardaki cinsiyet uçurumunu giderecek şekilde yeniden yapılandırılması ve kız çocuklarının bilim alanında üretken olmaya teşvik edilmesi insanlığın geleceği açısından büyük önem taşıyor.

11-02-2018


Etiketler

Paylaşın arkadaşlarınızı da bilgilendirin

Paylaş