Arama sonuçları

Korona krizi: Eğitim sektöründe birleşme ve satın almalar mı yaşanacak?

Korona krizi: Eğitim sektöründe birleşme ve satın almalar mı yaşanacak?

Korona krizi: Eğitim sektöründe birleşme ve satın almalar mı yaşanacak? Koronavirüs salgının ortaya çıkardığı ekonomik kriz yalnızca tek bir sektörü etkilemiyor. Her sektör krizden nasibini alıyor. Eğitim sektörü de bu krizden nasıl çıkacak önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Bu kez pervinkaplancom instagram yayınının konuğu Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Ferman oldu. Korona ile birlikte başlayan ekonomik krizin yarattığı tahribatı henüz tahmin etmek için çok erken olduğuna değinen Ferman, “Hasar tespiti için erken ama zayiat büyük olacak” diyor.

KORONA KRİZİ: EĞİTİM SEKTÖRÜNDE BİRLEŞME VE SATIN ALMALAR MI YAŞANACAK?

Sene sonuna kadar işten çıkarılanların sayısının 3.5-4 milyona ulaşabileceğinin öngörüldüğünü anlatan Ferman, bu süreçten özel okullar ile vakıf yükseköğretim kurumlarının da etkileneceğinin altını çiziyor. Eğitim kurumlarının birden bire kapanmaları yerine sektörde bir birleşme ve satın almaların söz konusu olacağını vurgulayan Ferman, “Sektör daha rasyonel veya optimum ölçeği bulmaya çalışacak” diyor.

İşte Ferman ile ekonomiden istihdama, yeni ‘normal’den eğitim sektöründe krizin etkisine kadar birçok başlığı konuştuğumuz röportaj. Aynı zamanda bu yayını pervinkaplancom YouTube adresinden de izleyebilirsiniz.

KORONAVİRÜS KRİZİNİ DİĞER KRİZLERLE KARŞILAŞTIRMAK MÜMKÜN MÜ?

Bu krizi, bu olağanüstü durumun diğer krizlerden, benzer olağanüstü durumlardan farklılaşan değişik yönleri var. Bir kere bu kriz, beklenmedik bir anda ve keskin bir duruş etkisi yaratacak şekilde ortaya çıktı. Biz buna ekonomi dilinde sudden stop diyoruz. Yani birdenbire keskin bir duruş, adeta araba yolda giderken birdenbire acı bir fren yapmak gibi bu çok önemli bir unsur. Çünkü diğer bazı kriz unsurlarında önceden kestirilebilen bazı öngörülebilen unsurlar vardı. Her ne kadar burada da bir takım kehanete varan göstergeler ve vesaire olsa da ki, hatta benim de katıldığım bir programda 2020 yılının risk faktörleri içerisinde bu unsur da vardı. Yani bu salgın hastalık ama açıkçası bu denli her kesimi her sektörü her ülkeyi ve herkese dokunabilecek bir pandemiyi beklemiyorduk. Bu önemli bir unsur dolayısıyla diğer krizlere benzemiyor.

NASIL KIYASLAMA YAPMAK GEREKİYOR?

Kıyaslama  yapabilmek ve model oluşturabilmek bakımından oldukça aciz durumdayız. Her yere ve global ölçekte etkide bulunuyor. En benzer fakat miniskül olanı SARS krizi. 2002 sonunda ortaya çıktı ve 2003'de etkileri görüldü. Dolayısıyla problem global çözümlerinde mutlaka global platformdan kopmadan, ancak sektöre göre, ülkeye göre beklentilere göre yerli ve milli dokunuşlarla, özgün dokunuşlarla adeta hemhal edilmesi lazım.

TAHRİBATI TAM OLARAK NE ZAMAN ANLAYACAĞIZ?

Olayların sıcağında yaşarken maalesef tahribatı tam olarak anlamamız mümkün değil. Nitekim tahribat konusunda bir takım öngörüler var ama açıkça söylemek gerekirse en son 3- 4 haftadır rakamlar belli olmaya  başladı. Ve bu rakamların derinliği ve boyutu da gün geçtikçe tabii artıyor. Siz 2 veya 3 senelik perspektiflerden bahsettiniz. Fakat mesela karamsarlık dozu daha yüksek bazı yaklaşımlar da var. Bir örnek vereyim: 2008 krizini önceden tahmin eden ve öngören ve bu parça bu bakımdan da bir bir parça öne çıkan Nuri El Rubi var meşhur iktisatçı.

BU KRİZ KAÇ YIL SÜRECEK?

Diyor ki; 1929'da başlayıp 1932'ye kadar etkileri görülen ama bugünkü sistemin dahi temelini atan dünya krizinden hareketle Büyük Buhran'dan hareketle diyor ki; bu krizin etkileri 10 yıl boyunca sürecek yani biz 2020 yılında yeni bir 10 yıla yeni bir çağa başladık. Bu 10 yıllık dikey dediğimiz unsurda hakim bulunsun buhran, kriz ve sıkıntı unsuru olacak diyor. Tabii bunun dışında farklı göstergeler var.

İŞSİZLİĞE ETKİSİ NE OLACAK?

Henüz tam olarak portreyi ve tabloyu bilemiyoruz. Yani hasar tespiti yapmak için dahi vakit erken, fakat örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde 3 haftada 17 milyon kişinin işini kaybetmesi an itibariyle 32 ila 34 milyonluk bir projeksiyon var önümüzde. Yani içinde bulunduğumuz ay sonuna kadar bunlar. Bunlar inanılmaz göstergeler. Öyle ki; İkinci Dünya Savaşından bu yana Amerikan ekonomisi ki en önde koşan, en hızlı, en büyük ekonomidir. Maalesef bütün dünya ekonomilerini belirleyen, tayin eden, sürükleyen biz dahil ekonomidir. Maalesef diyorum. Çünkü rezerv para hala dolar ve uluslararası ödeme sistemi biliyorsunuz. Bu iki şey bile yeter. Amerika'nın kontrolünde  dolayısıyla FED'in her türlü işareti Trump'ın her temelsiz tweeti bile bütün dünyada hepimizi bir gün sarsıyor. Tahminin ötesine de bir zarar ziyan olabilir. Mesela Avrupa Birliği konusundaki postback beklentiler ne kadar karamsar hale gelirse bizim işimiz o kadar zorlaşıyor. Çünkü dış ticaret açısından partnerimiz olarak bizim hem hizmet ihracatında turizm bakımından hem de diğerlerinde bir numara.

BİLİM İLE EKONOMİ ARASINDA SEÇİM YAPMAK ZORUNDA MIYIZ?

Dolayısıyla Avrupa Birliği aksırdığında, bizim hakikaten kalıcı bir öksürükle karşılaşmak gibi bir problemimiz var. O bakımdan tahminlerin ötesinde bir ilk darbe alınacak fakat bu ilk darbenin kalıcı etkileri ne olacak onu zaman içerisinde biraz yaşayarak göreceğiz. Onun için bu normalleşme tartışmaları da hakikaten çok sıkıntılı bir düzlemde gidiyor. Öyle bir noktaya geldik ki; epidemioloji ile yani salgın bilimle, bulaşı bilimle ekonomi arasında tıkanıp kaldık. Halbuki; bunların birbirinin alternatifi veya bir her biri bir taraftan çeken bir durum olmamak gerekir. Fakat ihtiyatlı iyimserliğimizi korumamız lazım. Ekonomi bir beklenti yönetimi Pollyannacılık oynamayacağız olmayan şeyi mükemmel göstermeyeceğiz. Ama ihtiyatlı iyimserliğimiz olmazsa karamsarlık kötümserlikle kötü kalmak garantidir. İhtiyatlı iyimserlik ile başarılı olma veya iyi şanslara gitmeyi şansınızı arttırmayı hiç olmazsa bir parça kapamamış, kısmetinizin önüne çıkmamış olursunuz açık ve net olarak.

HER SEKTÖR KRİZDEN ETKİLENİYOR MU?

Her sektörü etkiliyor, dokunmadığı hiçbir aile, sektör, ölçek, alan yok. Bu meselede şu hayale kapılmayalım yani her şey bitecek,  yepyeni bir dünya kurulacak. Bu konularda ben tamamen anlayışlı ve bunlara tamamen saygılı olmakla beraber dünyanın da aynı olmayacağını biliyoruz.

BUNDAN SONRA ‘NORMAL’ OLABİLECEK MİYİZ?

Mesela Birleşmiş Milletler bir olağanüstü rapor yayınladı bununla ilgili. Diyor ki, artık yeni normal olacak. Yani eskisine göre farklılıklar olacak diyor. Duyarlılıklar artacak. Kriz her şeyden evvel şu anda tabii kalıcı etkilerini daha sonra göreceğiz.  Şu ana kadar geçen süre iki buçuk üç ay oldu. Gündeme geleli  şu ortaya çıktı: Mevcut sıkıntıları, eksiklikleri, kırılganlıkları veya ekonomideki yumuşak karınları işaret etti. Tetikleme etkisi yarattı, kör kör gözün parmağına şekliyle halının altına süpürülen bazı unsurları tekrar gündeme getirdi ama bu demek değildir ki, 2008 krizinden sonra da oldu. Bir anda her şey bitecek, yepyeni bir dünya kurulacak. Hayır böyle bir şey yok, gerçekçi olmamız lazım. Yani ihtiyatlı romantik olmamız lazım. Birçok şey değişecek.

TÜRKİYE İÇİN NASIL BİR TABLO ORTAYA ÇIKIYOR?

Türkiye ile ilgili projeksiyonları tabii paylaşırken bir şeyi de unutmayalım. Türkiye bu konuda özgün de orijinal değil, tek ülke değil. Ama bu konuda gerçekten hani dikkatle değerlendirilmesi gereken bir ülke. Çünkü Türkiye'de kayıt dışı ekonomi de var yani kayıt altına alamadığımız ama hayatın içerisinde yer alan bu ulusal zenginliğimizi milli refahımızı ortaya koyan bir güç var. Kayıt dışı ekonomi, kayıtlı ekonominin dörtte biri kadar. Daha cesur ve daha gerçekçi değerlendirmeler, en az yarısı veya yarısından fazla yorumları da var. Hatta bu tür kriz ortamlarından Türkiye'nin daha çabuk sıyrılması ve ekonomide bounce back dediğimiz tekrar geriye ayakları üzerinde derlenip toparlanması konusundaki maharet ve çabukluğu, eli çabukluğu veya ayak çabukluğunu buna bağlıyoruz. Yastık altı var, kayıt dışı var, dayanışma var, vesaire. Bu çerçevede bunlar hemen devreye giriyor.  2008 krizinden sonra da böyle oldu.

KAYIT DIŞI EKONOMİ NEDİR?

Yani biliyorsunuz üç buçuk milyon civarında bir Suriyeli katkısı var.  Şimdi bunun tabii getirdiği riskler vesaire var. Şunu söyleyeyim, iktisat la ahlakidir. Yani bizim mesela eğitimde eğitim ahlaki olmak zorunda iktisat la ahlakidir. Etik ve ahlaki demek enteresan bir terim tam Türkçe'si yok. Ahlaksız demek değil. Haşa ama la ahlaki, ahlaki bakımdan kayıtsız yani biz mesela eğitimde ahlaki olmayan hiçbir çözümü eğitim içinde pedagoji içinde kabul edemeyiz. Bu bir tanımdır ama mesela iktisatta şöyle bir şey vardır: Kayıt dışı ekonomi var değil mi? Mesela uyuşturucu ekonomisi var. İktisatçı şunu demez, ‘‘Bu suçtur, günahtır.’’ Bundaki ince ahlaki kayıtsızlık şapkasını takar. O rakamları inceler. İşte kayıt dışı da böyle çıkar. Kayıt içindeki istihdam Türkiye'de istihdamın önemli bir bölümüdür ama tamamı değildir. Bana sorarsanız üçte ikisinden fazlası değildir. Hatta yarı yarıyadır bana sorarsanız. Çünkü rakamlara bakarsanız 17-18 milyon sigortalı var. Bunların yüzde 94'ü de 9 veya 9 kişiden az çalışan iş yerleri tarafından istihdam edilmektedir. Bunların büyük bir kısmı da zaten patrondur. Yani işin sahibidir. Aynı zamanda SGK'lı gözükür. Türkiye'de böyle garip şeyler var. Dünyada en çok asgari ücretli genel müdür Türkiye'de bulunuyor. Adamın unvanı genel müdür. Yani şöyle bir şey var. Yani 18 milyonun da belki dörtte biri asgari ücretlidir.  Tırnak içinde gösterilip aslında aradaki farkı alanlar.

İŞSİZLİK ORANLARI NE OLUR?

İstihdamda bir kere düpedüz işinden çıkarılanlar var. Bunlar açık kayıp. Önümüzdeki dönemlerde 3,5 - 4 milyonluk net işten çıkış öngörüyoruz sene sonuna kadar.  Bunun dışında asgari ücretten yatırılıp, elden verilen bölüm için de gerileme olacak. Zaten kayıt dışılarda en çabuk feda edilebilecek veya en çabuk erozyona uğrayabilecek unsurlar. Bütün bunları düşündüğünüzde toplam hasar veya istihdam üzerindeki zayiat çok daha yüksek olacak, satın alma gücü gerileyecek.

TÜKETİM İŞTAHI İLE Mİ KRİZDEN ÇIKILACAK?

Türkiye niye güçlü bir ülke? Bu krizlerden sonra tekrar nasıl hızla geri dönüyor?  Çünkü Türkiye genç bir ülke tüketim iştahı gayet yerinde. Ben bu aman çok iyidir, daha da artsın diye söylemiyorum sadece tespitlerini yapıyorum. Geçişli zümre toplumuyuz. Yani bundan şunu söylemeye çalışıyorum; insanlar gayet güzel bir şekilde tüketerek kendi statülerini zümrelerini tanımlayabiliyorlar. Tükettiklerinizle öne çıkıyorsunuz. Mesela ‘‘Kardeşim asgari ücret alıyorsun. Kullandığın telefon iki misli.’’ Ama insanlar tüketerek var olup kendilerini tanıtıyorlar. Türk toplumu tüketerek var olabiliyor. Şimdi dikkat edin, büyüme modelimizde de tüketim çok önemli. Onun için Avrupalılar bize kızıyorlar, eleştiriyorlar şöyle böyle ama Türkiye'den vazgeçemiyorlar. Vazgeçemezler de.  Yaşlı dolu katatonik Avrupa karşısında tüketmekten kaçmayan, borçlanmaktan korkmayan, aslanlar gibi kaplanlar gibi borcunu da ödeyen bir ülke.

ÜNİVERSİTELER DE İYİ DERS VERDİ

YÖK'ün direktif ve kararları doğrultusunda Bahar Döneminde evet örgün ders yapmadık. Üniversitelerimiz Avrupa'daki ve Amerika'daki örneklerini de izliyorum ama iyi bir sınav verdik. Yani şöyle böyle kör topal ama yaptık bu işi yani yapıyoruz. Mesela benim üniversitemde 2.500 küsur ders, 20 binin üzerinde öğrenci var. 10. günden  itibaren gerçek zamanda senkron yapıyoruz. 15 Haziran'dan sonra normalleşilebilir deniliyor. Ama değerlendirdik, ‘‘Biz risk almayalım” dedik ve final sınavlarımızı online yapalım dedik. Ancak Tıp Fakültemiz ve Diş Hekimliği Fakültemiz konusunda çalışmalarımız devam ediyor.

YÜZ YÜZE EĞİTİM SON BULUR MU?

Üniversite aslında bir deney yeridir. Yani üniversite sadece belirli bilgileri alıp hap gibi kapsamak değildir. Orayı o ortak ruhu teneffüs etmektir. Ben hala belki bir İstanbul Üniversitesi kökenli biri olarak, o İstanbul Üniversitesi kampusuna gittiğimde o enerjiyi hissederim. Ama olağanüstü bir dönem, fedakârlık edeceğiz. Şimdi tabii iyi senaryo, biz tekrar inşallah önümüzdeki dönem tekrar birlikte olacağız. Telafilerimizi yapacağız. Ne  eksik kaldıysa tamamlayacağız.

EĞİTİM SEKTÖRÜNDE DEĞİŞİKLİKLER OLUR MU?

Bir kere bu kriz  her ülkeyi her sektörü her kademede etkiledi, etkilemeye devam edecek. Devlet eğitim kurumları ve yapılanmasını da çok etkiledi ve etkilemeye devam edecek. Yani bundan ari olmak gibi bir düşünce olmamak gerekir. Netice itibarıyla, olağanüstü dönemlerden geçiyoruz. Herkes fedakarlık yapıyor. Özel okullar da aynı şekilde. Ama ekonomide satın alma gücünün düşmesiyle ortaya çıkacak etkileri önümüzdeki dönemde bütün sektörlerle beraber biz de karşılayacağız. Biz daha bu unsurlar ortaya çıkmadan geçen seneden itibaren ekonomik öngörülerden hareketle, ailelerimizin karşılaşabilecekleri ekonomik zorlukları önceden tahmin ederek, geçen sene giren arkadaşlarımıza dedik ki: ‘‘Biz bundan sonra enflasyon ne olursa olsun, okuduğunuz müddetçe yıllık artışlarınız yüzde 5'i geçmeyecek.’’ Bu kararı daha geçen sene aldık. Önemli olan sürdürülebilir bir öngörü sahibi olabilmek.

DEVLET ÜNİVERSİTELERİ NE OLACAK?

Devlet üniversitelerinde bakın bir söz söyleyeyim, gene kimse alınmasın, bir hekim arkadaşım söylemişti. Dedi ki; ‘‘Dünyanın en kolay katlanılan acısı, başkasının çektiği acıdır. Dünyanın en kolay harcanılan parası başkasının parasıdır.’’ Şimdi kamu kesiminde yöneticilik yapmış bir kişi olarak söylüyorum, kamuda sorumluluk çok yüksektir. Çünkü başkalarının yetimin parasına sahip çıkmanız lazım. Kamu niteliği taşıyan vakıf üniversitelerinde de durum böyledir. Biz vakıf üniversiteleri olarak, örneğin makine mühendisliğini boş bırakarak, bu bölümü sürdüremeyiz. Ama Türkiye'nin en önde gelen devlet üniversitelerinde bakın yeni kurulmuşlardan falan bahsetmiyorum. Çok köklü, 30 yıllık üniversitelerden bahsediyorum, o da makine mühendisliği bölümü boş olarak devam edemez. 0 öğrenci ile 20 tane öğretim üyesiyle devam edemez.

YÜKSEKÖĞRETİME DE İŞTAHLA ATILIYORUZ

Türkiye gibi ülkelerde biraz evvel de söylediğim gibi bir iştah var, bir heyecan var. Bu yükseköğretimde de oldu öyle bir iştahla bir şeye atılıyoruz. Bizim gençlik dönemlerinde herkes plastik işi yapıyordu, sonra bitti herkes tekstilci oldu, sonra inşaatçı oldu, turizmci oldu. Buna biz ekonomide overcrowding effect diyoruz. Kalabalıklaşma etkisi. Şimdi mesela özel okullarda da bu kalabalıklaşma var. Gereğinden fazla kalabalık olunca, düzeltme geliyor, bir birleşme ve satın almalar olacak. Yani bence, birdenbire kapanmaların ötesinde birleşme ve satın almalar olacak. Bu durum üniversiteler için de geçerli olabilecek. Sektör daha rasyonel veya optimum ölçeği bulmaya çalışacak.

SADECE YÖNETMELİKLE OLUR MU?

Vakıf Üniversiteleri olgunluk ve büyüklüğüne ulaşan bir bütünlüğün, bir yönetmelikle yürütülmesi mantıklı mı geliyor size? Bir kanunla yürütülmesi lazım. Vücut büyümüş elbise eski bu dikişler patlar veya sistem bir takım yamalar yapa. O yamalar da sırıtır. Sonra biri gelip de derse ki; ‘‘Kardeşim bunu niye yamalı giyiyorsun’’ derse, siz de derseniz ki; ‘‘Sistem bu.’’ Yani şunu söylemeye çalışıyorum. Elbette bir takım düzenlemelerin olması lazım. Bir takım düzeltmelerin olması lazım. Uzun soluklu düşünmemiz lazım. Eğitim sektörünün kaldıramayacağı ‘anı kurtaralım’ meselesidir. Ama kriz zamanlarında maalesef perspektifler altüst olur. Şimdi Türkiye'de de şu duruma düşürmememiz lazım sistemi, ‘‘Kontenjanımı doldurayım da nasıl doldurayım’’ şeklinde girerseniz burada orta ve uzun vadede sıkıntı yaratırsınız. Dolayısıyla sistemi öyle bir dizayn etmeliyiz ki, kimseyi buna mahkum etmemeliyiz. Yani bir de tabii bileşik kaplar kaidesi var. Yani siz vakıf üniversitelerinden beklediğiniz feraset, etkinlik ve verimliliği, devlet üniversitesinden beklemeyecek misiniz? Özel okullardan beklemeyecek misiniz?

Kamu tüzel kişiliği yaşayan vakıf üniversiteleri her türlü denetime açıktır. Herkes gelir hesap sorar. Ama herkesten önce ben vatandaş olarak vergi ödeyen olarak her yerdeki kamu üniversitesini de kamu kurumunun performansından sorumluyum ve bu konu da bende söz söyleme hakkına sahibim. Herkes her konuda konuşsun, özel okulları eleştirelim, vakıf üniversitelerini de şöyle yapalım ama diğerleri bağımsız veya dokunmaz olsun. Böyle bir dünya yok. Bu bizi hiçbir yere taşımaz.

16-05-2020


Etiketler

Paylaşın arkadaşlarınızı da bilgilendirin

Paylaş