Arama sonuçları

Koronavirüs toplumu dönüştürüyor mu? Şiddet ve suç artar mı?

Koronavirüs toplumu dönüştürüyor mu? Şiddet ve suç artar mı?

Koronavirüs toplumu dönüştürüyor mu? Şiddet ve suç artar mı? Koronavirüs ile birlikte eğitimden ekonomiye kadar hayatımızda birçok değişiklik gündeme geldi. Çünkü bu virüs sadece bir sağlık krizi yaratmadı aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir kriz de doğurdu. Örneğin sosyal mesafe ile ifade etmeye başladığımız sosyal ilişkilerimiz büyük ölçüde değişikliğe uğradı.

Dünyayı küresel köy olarak tanımlarken bir anda ülkeler arası sınırlar, hatta şehirler arası geçişler bile sınırlandırıldı. Tüm dünyada olduğu gibi bireyler alışkın olmadıkları davranış kalıplarına girdi.

KORONAVİRÜS TOPLUMU DÖNÜŞTÜRÜYOR MU? ŞİDDET VE SUÇ ARTAR MI?

Her salgının kendi sağlık, ekonomi, mimari hatta sosyal ilişkilerini yeniden düzenlemesi de söz konusu. Tarihte büyük salgınlar ile afetlerin toplumsal yaşamı dönüştürdüğü biliniyor. Peki koronavirüs de böyle değişimlere neden olabilir mi?

Tüm bunları Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Esin Küntay ile konuştuk. İşte Küntay’ın sorularımıza verdiği yanıtlar:

KÜRESELLEŞMEYE ETKİSİ NE OLACAK?

Dünya tarihindeki büyük dönüşümlerin ve kırılmaların önemli bir bölümü salgın ve afetlerden sonra geliyor. Korona ile birlikte ülkelerin içe kapanması, ülke sınırlarının kapatılması hatta şehirler arasında bile sınırlamaların getirilmesi geldi. Bu içe kapanmayla birlikte  küreselleşmeye etkisinin ne olacağı da tartışılmaya başlandı. Sizce nasıl bir etkisi olur ya da bunu söylemek için erken mi?

Pandemi salgını küresel kapitalist ekonominin egemen olduğu dönemde  patlak verdi. Bu soruyu yanıtlamaya önce küreselleşme sürecinden ve patlak veren küresel krizden söz ederek  başlamak istiyorum. Hiper  küreselleşmenin hemen  tüm   ülkeleri etkisi altına aldığı  1970’lerden 2008’e dek  yükselen bir  grafik çizdiğini görüyoruz. 2008’de doruğuna  erişmiş, ancak o dönemde küresel kriz patlak vermiştir. Küreselleşme süreci sermayenin rant ve kar  elde etme hedefinin önündeki tüm engelleri kaldırarak, bölgeler ve uluslararası (sınır ötesi) akışını sağlamıştır. Akış zengin  merketz  ülkelerden emeğin  ucuz olduğu çevre ülkeler yöneliminde olmuştur. Dönemin yükselen sektörü finans sektörüdür.  Bir yanda  finansal  kuralsızlık,  yükselirken  öte yanda istihdam yaratan  imalat sanayi  gerilemiştir. Günümüzde bir  tür  sanayisizleşmeden  söz  edebiliriz. Ülkeleri birbirinden ayıran gümrük duvarları  ,kotalar , başka bir deyişle , sınır  ötesi  dolaşımın önündeki engeller kalkınca , ulusal ekonomiler birbirlerine ve dünya piyasalarına eklemlenmiştir.

KÜRESELCİLİK SONA MI ERİYOR?

2008 de küresel kriz patlak vermiş, taleplerde düşüşe, durgunluğa, işsizliğe yol açmıştır. Artık, “piyasa  herşeyi  çözer” mantığı, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”, yönündeki Smith’ci   anlayışın geçerliliğini  yitirdiğini görüyoruz. Neo-Liberal ekonomi  çözülürken, korumacı eğilimler hayata geçirilmiştir. “Devlet  ekonomiye karışmasın  piyasa çözer” düşüncesinin yerine ulusal sanayiyi koruyan önlemler almıştır. Şirketler  çevre  ülkelerine giden sermayelerini kendi ülkelerine geri çekmeğe başlamıştır. Bir ülkenin içe kapanışı, görüldüğü gibi salt pandemi dönemine özgü değildir. Dolaşım özgürlüğünün kısıtlandığı dönemler olmuştur!

Artık gününüzde , “acaba de-globalism( küresel kaç) mi?’’ benzeri sorular ortaya atılıyor. ‘’Neo-liberalism yerine neo-sosyalism mi geliyor?’’ yönünde sorular soruluyor. Küresel kapitalist sistemin toplumlara, insanlığa, çevre düzenine yaptığı tahribatın ayırdına varıldı. Kapitalist sistem sancılı. Neo-libaralismin değişmesi yönünde talepler var. Küreselcilik sona eriyor deniyor.

SOSYAL PATLAMALAR MI GELİYOR?

Koronavirüs salgını gibi büyük krizlerin özellikle sosyal yapıda en altta olanları daha çok etkilediği biliniyor. Salgın sonunda dünyada 25 milyon işsiz yaratacağı dile getiriliyor. Türkiye’de de 2 ila 5 milyon işsiz oluşacağı öngörülüyor. Bu durum yoksulluğun artaması anlamına da geliyor. Bu durum şiddet, suç ve intihar gibi olayların daha artmasına yol açabilir mi?

Korona salgını toplumsal ve ekonomik açıdan büyük tahribata yol açtı.  Dünyayı  sarsan   öldürücü  virüs salgını. Salgına uğradığımızda  işsizlik oranı  %13.5-14 düzeyindeydi. Bunlar arasında genç işsizlerin oranı yüksekti.  Bu oranın % 20’lerin üzerine çıkacağı,  hatta % 30’lara varacağından söz ediliyor. İşyerleri kapanıyor,  insanlar işsiz kalıyor, gelir kaybına uğruyor. KOBİ’ler, özelliklede küçük işletmeler, zorda. Gelir kaybına uğrayanlar borç içinde.

Dünyada  Yıllık Gayrı Safi hasılanın % 80’ inin  üzerideki  pay, nüfusun %1’inin elinde. Darbeyi yiyen yoksul kesim. Daha çok  niteliksiz  işçiler, kayıtdışı ekonomi  alanı çalışanı gençler  işsiz kalanlar.

Küreselleşme sürecinin ekonomik,  toplumsal, politik, kültürel  etkilerle toplumlar üzerinde neden olduğu sorun :YOKSULLUKTUR. Yoksulluk sömürüye, sömürü şiddete yol açar. Yoksulluk,  işsizlik,  güvencesizlik, umutsuzluk  ahlaksal yozlaşmaya yol açıyor. Suç oluşturan eylemler artacaktır. Hırsızlık, gasp, kapkaç, yankesicilik, sayıları  günümüzde zaten yüksek olan mala karşı işlenen suçlar artacaktır. İşsizliğin artmasının toplumsal maliyeti olacaktır/ olur. Sosyal patlamalar kaçınılmaz.

EVDE ŞİDDET ARTAR MI?

Daha çok evde zaman geçiriyoruz. Eskisi gibi sokakta vakit geçirmekten kaçınıyoruz. Evde kal dönemlerinde hem kadına hem çocuğa yönelik şiddet olaylarının tüm dünyada artığına tanıklık ettik. Bu sürecin sonu boşanma salgınına neden olur mu?

Kadın toplumumuzda birçok açılardan ayırımcılığa  maruz; eğitim, sağlık, maddi açılardan, ekonomik,  çalışma, politik yaşamda. Kadın-erkek arasındaki eşitsizlik ( cinsiyet eşitsizliği) kadının  sömürülmesine, şiddet görmesine  neden oluyor. Cinsiyete dayalı  toplumsal konum farkı  kadının daha az prestijli, ikincil konumda bırakılmasına yol açıyor. Bütün bunların gerisinde  erkek egemen toplum yapısının (Ataerkil) kuşaklar boyu süregelen  değerleri  ana etken.

Eve kapanan,  evin dört duvarı arasında sıkışan, yaşamı baskılanan, ev içi hapsin yarattığı tahammülsüzlük şiddet patlamalarına yol açıyor. Şiddet olgusunu arttırıyor. Gücü elinde tutan, hak sahibi olduğunu var sayan erkek ailenin diğer üyeleri; kadın, çocuk, üzerinde egemenlik kurma eğilimi ile de onlara  duygusal, fiziksel, hatta cinsel şiddet uyguluyor, bu yolla deşarj oluyor.

BOŞANMALAR ARTACAK MI?

Kişi kimdir?  Kişi hakkın sahibidir, hakkın konusu nesnelerdir. Erkek kendini hak sahibi ailenin diğer üyelerini hakkının konusu gibi görerek onları  nesneleştiriyor. Günümüzde aile ortamında şiddet içeren davranışlar olduğu basına da yansıyor. Boşanmalar artacaktır. Boşanma Medeni Kanunu’muzun her iki cinse eşitlikle tanıdığı haktır. Ancak görülüyor ki  kadının boşanma talebi büyük  travmatik  olaylara yol açıyor. Asıl olan kadının, çocuğun  yasal  açıdan korunması. Bu bağlamda var olan, pek de yeterli olmayan, koruyucu yasal hükümlerin geliştirilmesi, var olan hükümlerin ise yürürlükten kaldırılmasından imtina edilmesi (kaçınılması)!

ESNEK ÇALIŞMA MODELLERİ Mİ GELECEK?

Salgın sürecinde sağlık, kargo, taşımacılık gibi alanlar dışında  evden çalışma süreci yaşandı. Bu durum esnek çalışma modellerinin yaygınlaşıp, evden çalışmanın daha da artmasına neden olur mu?

Günlük yaşamda teknolojinin daha çok kullanıldığını görmekteyiz. Günümüzde iş yapma biçimi değişiyor/ değişecektir.  Pandemi  yasakları  süresince evden iş yapma  durumu arttı. Teknoloji bunu olanaklı kıldı. Bu  sürecektir, evden iş yapmalar  artacaktır.

ALTIN YAKALI İŞÇİLER

Emekçileri yaka renklerine göre gruplandıracak olursak;  mavi yakalı kaba güç işçisi, beyaz yakalı masa başında çalışan zihin işçisi, altın yakalı teknoloji kullanımına hakkıyla egemen olanlar. İşte evde çalışan genelde işlerini kaybetmeyenler bu grup. Virüsün bulaşıcı etkisi evde çalışmayı, esnek çalışma modelini arttırdı.

Bu konunun bir başka boyutuna da değinmek istiyorum. Günümüzde üretim; esnek üretim.  Küreselleşme süreciyle taleplerdeki durgunluk  kütlesel üretimden esnek üretime geçişi zorunlu kılmıştır. Daha az  sayıda  ama  daha fazla çeşitte üretim. Esnek üretim esnek  istihdama  geçilmesine yol açtı. Bunun sonucu emekçiler arası ayırım  oldu. Nitelikti, aynı iş ortamında bir işten ötekine geçebilen, sosyal güvencesi olan, ücreti, statüsü yüksek  merkez işçi. İşini kaybetme tehlikesi olmayan. Öte yandan bir de niteliksiz, sosyal güvencesiz, düşük ücret ve statülü çevre işçiler. Taleplerde düşmeyle işten çıkarılacak, feda edilebilenler.  Günümüzde  pandemi  sonucu işten çıkarılan, en büyük  darbe görenler  bu gruptakiler.

TOPLUMSAL YABANCILAŞMA OLUR MU?

Sosyal ilişkilerin azaltılması virüse karşı korunma yöntemlerinden birisi. İnsanlar karşısındakine potansiyel virüs taşıyıcısı olarak bakmaya da başladı. Bu durum toplumsal yabancılaşmayı getirir mi?

Yabancılaşma duygusu  daha çok bir kentsel olgu. Kişinin diğer bireylerle, toplumla, grubuyla arasında bir mesafe olduğu duygusu. Bireyin toplumla entegre olamaması. Kırdan kente ilk kez göç eden için, önceki düzeninden farklı olan, yepyeni bir düzenle yüzyüze geldiği  için  gündelik dilde  kültür şoku yaşar deniyor. Ben  bu görüşü biraz bu durumla bağdaştırıyor,    bireyin yeni katıldığı toplumla arasındaki  uzaklığı, başka bir deyişle, yabancılaşmasını   açıkladığını düşünüyorum.  Evet, pandemi  süresince toplumdan soyutlandık. Ama bunlar kısmi yasaklamalardı. Görüldüğü gibi yeni normale geçişle insanlar, olmaması gerektiği kadar içiçe.  Yabancılaşma oldu denemez.

AİLE YAPISINDA DEĞİŞİKLİK OLUR MU?

Aile yapısı değişir mi? Çünkü bir yandan salgınla birlikte ortaya çıkan işsizlik, ekonomik kriz tekrar çekirdek aileden büyük aileye dönüşü getirebilir mi? İkinci, üçüncü kuşakların bir arada yaşadığı, daha büyük evlere geçiş olabilir mi?

Günümüzde  nüfus kentlerde yoğunlaşıp giderek yığınlaşıyor. Toplumsal hareketliliğin  yönelimi kırdan kentler istikametinde. Kentte artık aile, anne, baba varsa çocuktan oluşan küçük, çekirdek aile. Ülkemizde kentleşme süreci 1950‘li yıllardan bu yana  ivme ve yaygınlık kazandı. Kıray, kentleşme sürecinin tarımdan kopup, tarım dışı alanlara göç edenlerle, oldum olası kentde  yaşayanlar için (her iki grup içinde) bunun travmatik bir deneyim olduğuna işaret ediyor. Kente yeni göç  eden,  tam bütünleşememe sorunu yaşayan  ailenin, üyelerinin güç koşullarının üstesinden gelebilmeleri için, biçim değiştirerek  uyum sağlamalarına “tampon” oluşturduğunu belirtiyor. Kentte karşılanamayan hizmetleri karşılamak ve “anlık uyum” sağlamak için ailenin kendini değiştirmesi. Örneğin, erkek  olanları işe gönderme, büyük kız kardeşin daha küçük yaştakine bakma zorunluluğu vb. durumlar.  Evet , günümüzde kimi destek mekanizmalarına gerek olsa da suyun akışı geri çevrilemez. Çekirdek aile yapısı tekrar geniş aileye dönüşecek denemez. Geçici olarak bir araya gelinebilir ama böylesine maddi dar boğazların yaşandığı bir dönemde daha büyük eve  geçme hayal! Daha fazla yaşlı bakım evlerine, erişilebilir kreş ve okul öncesi çocuk yuvalarına, evde bakım hizmetlerine gerek olacaktır. Bu konuda kamusal hizmetlere, devletin bu konuda önlemlerine gerek var!

SOSYAL MESAFE DAVRANIŞ BİÇİMİ

Salgınla birlikte dokunmak, sarılmak gibi fiziksel olarak daha yakın mesafeli, kişisel alanın daha dar olduğu ilişkilerin yaşandığı bizim gibi toplumlarda şimdi ‘sosyal mesafe’ diye tanımladığımız fiziksel bir mesafe söz konusu. Bu davranış biçimlerini değiştirir mi?

Salgın toplumsal ve ekonomik açılardan büyük tahribat yarattı. Yaşam neredeyse durdu denebilir. Sosyalliği yasaklayan “sokağa çıkma yasağı” kaldırılıp, “normalleşmeye geçiş” olarak nitelendirilen durum eskiye, korona öncesi döneme geçiliyor anlamına gelmez. Önlemlere kesin uyma zorunluluğu var, gevşetemeyiz. Virüsün  bulaşma riski  sürüyor. Bizler gevşememeliyiz. Bunu yapmak  zor mu ? Evet zor. İnsanın  insana gereksinimi var. Her ne kadar günümüzde iletişim sanala kaymış dahi olsa, iletişim  gereksinimi insan doğasında var. Yüzyüze ilişkiler, sevgi bağı koparılamaz. Kuşkusuz yaşanılan sıkıntılar, kaygılar etkili oldu. Ama, ekonomik sorunların üstesinden gelme adına önlemleri gözardı edemeyiz.

Bir toplumun kültürü  insana damgasına basar. Benim üzerimde “Türk  malı” damgası var! Kültürümüzde sevdiğimiz bir dostumuz, yakınımızla  karşılaştığımızda ya da evimize konuk olduklarında ona sarılma, öpme kucaklayarak selamlama,  töresi var. “Hastalığın bulaşma riski var” dedik,  hemde yüksek olasılık.! O halde, sosyal mesafeyi korumalı, gevşememeliyiz. Hiçbir şekilde yakın  fiziksel ilişkiye girmemeliyiz. Ne yazık ki, gözlemlerimiz bunun aksi yönünde. Eski alışkanlıklarımız sürüyor. Sosyal mesafeye uyulmuyor, maske takmadan geziliyor, ayrıca toplu taşımada da %50 mesafesi de kaldırılmış durumda!

EĞİTİMDE NASIL DEĞİŞİM OLACAK?

En fazla etkilenen sektörlerden biri de eğitim oldu. Yükseköğretim öğrencilerini de dikkate aldığımızda yaklaşık 25 milyon öğrenci bu süreçte uzaktan, online ve TV’den ders aldı. Önümüzdeki öğretim yılında da eğitimi salgının belirleyeceği anlaşılıyor. Bundan sonra eğitim de artık uzaktan, online olarak ya da yüz yüze ve uzaktan devam edeceği bir yapıya mı bürünecek?

Teknoloji kullanma becerileri izin verdiği  için evden çıkma yasağı süresince uzaktan eğitim verildi. Böylece teknolojinin salt eğlence, haberleşme aracı olmadığı, eğitim aracı olarak da önemi kavrandı, ayırdına varıldı. Artık  dijitale bağlama zorundayız. Evlerden dijitale bağlanma zorunda olmamız, artık yüz yüze eğitimin kalkacağı anlamına gelmemeli. Eğitim, bence, karma (hibrit) olacak. Başka bir deyişle uzaktan (on-line) eğitimle yüz yüze eğitim birlikte sürdürülecek. Eğitim salt konu aktarma şeklinde olmayacak/ olmamalı. Öğretmen  yönlendirecek, etkin eğitim yöntemlerini kullandıracak. Öğretmenle öğrenci birlikte davranacak.

FIRSAT EŞİTSİZLİĞİ DERİNLEŞTİ

Yasaklar süresinde yapılan online eğitim beni kaygılandırdı. Alt yapısı yeterli olmayan üniversiteler zorlandı. Teknolojisi, maddi olanağı olan daha çabuk uyum sağladı/sağlayacak. Maddi olanakları olmayan ailelerin çocukları için kaygılandım. Fırsat eşitsizliği küreselleşmeden bu yana çok daha  derin. Gelir dağılımı eşitsiz. Acaba her çocuk internete erişebiliyor mu,  televizyonu, bilgisayarı, tableti  var mı?  Çok kalabalık, dar bir fiziki mekanda ikamet etmekte olan ailenin çocukları nasıl anlatılanı anlar, kavrar, öğrenir? Bu vb. sorular beni kaygılandırdı/ kaygılandırıyor. Teknolojiye erişebilen, parası olan daha çabuk uyum sağlayabilecek. Bu bağlamda, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması için  devletin desteği önemli. Sosyal devlet modeline geri dönüş kaçınılmaz.

KORONA KUŞAĞI MI YARATILACAK

Sizce bu salgın “korona kuşağı” diye tanımlayabileceğimiz bir kuşak yaratır mı? Sağlık konusunda daha dikkatli ama aynı zamanda da kaygılı bir kuşak gelir mi?

“Korona kuşağı” diye bir kuşağın oluşacağını sanmıyorum. “Y kuşağı”, “’Z kuşağı” gibi  gençleri daha farklı şekillerde gruplayamayız. Koronadan etkilenenlerin önemli bir grubunun gençler olduğuna değindik. Bunlar işlerini kaybedenler,  iş bulamamış, maddi sıkıntısı olanlar. Öte yandan teknolojiye gençler daha kolay erişiyor. Bu yönde olanakları, maddi gücü olan gençler dünyadaki gelişmelerden, virüsün ölümcül etkilerinden diğerlerine oranla daha fazla haberdar. Daha dikkatli davranacaklardır. Onlar “bana bir şey olmaz” grubunun dışındakiler.  Meselelelere bilimsel bakanlar. Genç; enerjik, dinamik ancak, yaşdaşlar arasında, vurguladığımız gibi, farklar var.

YAŞLI NÜFUS İLE DEMOGRAFİK YAPI DEĞİŞİR Mİ?

Bu salgından en çok etkilenen yaşlı nüfus oldu, yaşamını yitirenlerin çoğunluğu da yaşlılar. Bu demografik yapının değişmesine neden olabilir mi? Örneğin toplumlarda yaşlıları korumak için farklı oluşumlar söz konusu olabilir mi?

Yaşlıların  virüs bulaşma riski en yüksek grupta olduklarına işaret edildiğinden evlere en çok ve uzun süre kapatılan, bu nedenle de  sıkılan, kaygılanan, baskı altında tutulmadan yakınan onlar. Uzun süre evlere kapatılma, sosyal yaşama katılmama, eylemsiz kalma aynı zamanda belirsizliklere, kaygılara yol açıyor. En fazla ölüm oranı yaşlılar arasında. Evet,  ölümcül bir virüs. Ama bu, “demografya  yapımızı etkileyecektir” anlamına gelmez. Ülkemizde doğum oranı, bölgeler arasındaki farklılıklar göz önüne alındığında, oldukça yüksek. Tıbbın gelişmiş teknolojisinden yararlanılarak hayata geçirilen önlemler, ortama yaşama düzeyinin de yükselmesini sağlamıştır.

Bana çok çarpıcı gelen bir açılamaya ben burada, parantez arası, değinmek istiyorum. ABD’nin başkanı Trump geçenlerde “200.000 kişi ölürse ben bunu başarı sayıyorum!” dedi.  Adeta  bu yolla büyük nüfustan kurtulmayı ister gibiydi! Bu yaşlıları ötekileştirmektir.  Yaşlılık edilgenlik dönemi değildir.  Çoğu yaşlının  topluma katkısı etkin.

İnsan haklarının en birincisi “yaşama hakkı”. Anayasamızın 17.md.si  “İnsanın yaşama, maddi manevi varlığını geliştirme hakkı olduğunu” hükme bağlıyor. Dönem yardımlaşma, dayanışma dönemi. Küreselleşme süreci yükselirken özelleştirilen yaşamsal hizmetler, eğitim, sağlık hizmetleri gibi, yeniden kamulaştırılmalı, yitirilen sosyal devlet  modeli canlandırılmalıdır. Sosyal hizmetler ,evde bakım hizmetleri , belediyelerin hizmetleri çok önemli; ‘’hizmette kalite’’Sosyal devlet güçlü olmalı.

DAYANIŞMA ARTAR MI?

Bu dönemde askıda ekmek gibi askıda fatura ile bir dayanışma örneğini de yaşadık. Sizce bu salgından sonra da devam eder mi?

Pandemi  dönemi ekonominin ve sağlık sisteminin ne denli kırılgan olduğunu ortaya koydu. Önce konuyu 20. Yüzyılın sonlarına geri götürerek günümüzdeki farka değinmek istiyorum. 1980’e , genişleyen küresel kapitalist sistemin tüm ülkeleri etkisi altına aldığı döneme geri döneceğim. Toplumsal değerlerin değiştiği, kiminin yükseldiği, diğerlerinin ise önem yitirdiği döneme.  Önce o dönemde yitirilen değerleri ele alalım. Neydi onlar? Toplumsal duyarlılık, karşındakine empati duygusu, hukuka bağlı insan haklarına saygı kayboldu. Kural dışı uygulamalar yaygınlaştı. Bireysel çıkarlar toplumsal çıkarların önüne geçti.

Günümüzde pandeminin ekonomik boyutuna geri dönelim. Salgın ekonomik yıkıntıya yol açtı. Zaten küreselleşmeyle birlikte gelirler arası dağılımın eşitsizlik uçurumu derinleşti. Bir yanda yoksulluk cehalet, öte yanda çok küçük sayıdaki  varlıklı, mutlu azınlık.

Virüsün yıkıcı etkisinin en çok yoksul kesime darbe vurduğuna  değinmiştik. İşte ekonomik krizin üstesinden gelmek için dayanışma yardımlaşma duygusu yükseldi. Millet birbirine  destek oldu. Bazı mahalle bakkalarının veresiye alış-veriş defteri borçları kapatıldı. Gençlerden bir kaçı biraraya gelip organize olarak “komşuma destek” hedefiyle yardıma gereksinimi olanlarla yardım etmek  isteyeni bir araya getirerek doğal gaz, su faturalarının ödenmesini sağladılar. Tarafların birbirlerini hiç görmeden, tanımadan süreç tamamlandı. Gene benzer süreç “ahpap” derneğince yürütüldü. Belediyelerin askıda fatura uygulamasını bunlara örnek verebiliriz. Ülkemizin “muhtaç olana destek olma” geleneği, ahlaki, vicdani duygusu su üzerine çıktı. Yardımlaşma dayanışma, birilerinin elinden tutma duygusu yitirilmişti. Her şey “kaça?” sorusuna indirgenmişti. Başarı ancak maddi karşılığı olduğunda övgüye değer  sayılmaktaydı. Günümüzde yitirilen değerlerin canlandığına tanık oluyoruz. Bunun süreceğini düşünüyor, umuyorum. Dayanışma, yardım etme duygusu devam edecek. Artık karşımızdakine kayıtsız kalamayız. Krizden çıkış; daha paylaşımcı, çevreye saygılı, demokratik ortamın varlığına bağlı.

29-07-2020


Etiketler

Paylaşın arkadaşlarınızı da bilgilendirin

Paylaş