Arama sonuçları

Öğrenci işçi olacak, akademisyen işsiz kalacak

Öğrenci işçi olacak, akademisyen işsiz kalacak

Öğrenci işçi olacak, akademisyen işsiz kalacak. TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi Ve Teknoloji Komisyonu’nda görüşülen ve kabul edilen yasa tasarısında üniversitelerin ve akademik yaşamın geleceğini yakından ilgilendiren düzenlemeler de yer alıyor. Bu düzenlemelerle ilgili Eğitim Sen Yönetim Kurulu bir rapor hazırladı. Bu tasarıdaki maddelerin yasalaşmasıyla birlikte 'Yeni YÖK' geleceği vurgulanan raporda üniversite öğrencilerinin de meslek liseliler gibi uygulamalı eğitim adı altında "ucuz işçiler" haline dönüştürüleceğine dikkat çekildi.  

ÖĞRENCİ İŞÇİ, ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ İŞ GÜVENCESİZ  

1 Ocak 2018 tarihinde yürürlüğe girmesi planlanan sistemle, atanacak araştırma görevlilerinin esnek ve güvencesiz istihdam biçimi olan 50/d ile atanmasına ve bu kişilerden doktorasını ya da sanatta yeterlilik eğitimini tamamlayanların, üniversite senatoları tarafından belirlenen ve YÖK tarafından onaylanan performans kriterlerini de karşılamaları koşuluyla sadece yüzde 20’sinin yardımcı doçent olarak atanması,

• Doktora sonrası araştırmacı adı altında esnek ve güvencesiz istihdamın kapıları ardına kadar açılarak akademisyenlerin belirsizliğe mahkum edilmesi,
• Tezli yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin projelerde “burs” verilerek esnek ve güvencesiz biçimde çalıştırılması,
• Fen ve mühendislik bilimlerindeki lisans son sınıf öğrencilerinin bir yarıyılı özel sektör işletmelerinde, teknoparklarda, araştırma altyapılarında, Ar-Ge merkezlerinde ya da sanayi kuruluşlarında asgari ücretin net tutarının yüzde 35’i ücret ödenerek uygulamalı eğitimle tamamlamalarının zorunlu kılınması,
• Üniversitelerin farklı alanlarda ihtisaslaşması için YÖK’ün yetkilendirilmesi, 
• Yükseköğretim alanının ikinci YÖK’ü olarak Meslek Yüksekokulları Koordinasyon Kurulu kurulması, 
• Yükseköğretim kurumlarının eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetleri ile idari hizmetlerinin iç ve dış kalite güvencesi, akreditasyon süreçleri ve bağımsız dış değerlendirme kurumlarının yetkilendirilmesi amacıyla idari ve mali özerkliğe sahip, kamu tüzel kişiliğini haiz ve özel bütçeli Yükseköğretim Kalite Kurulu kurulması,
• Üniversiteler bünyesinde “teknoloji transfer ofisi” adı altında sermaye şirketlerinin kurulması,
• Eğitim programları ve kontenjanlarının planlanması amacıyla bünyesinde TOBB’unda bulunduğu Yükseköğretim Eğitim Programları Danışma Kurulu’nun kurulması,
• Öğretim üyelerinin, devlet yükseköğretim kurumlarında fiilen 6 yıl görev yaptıktan sonra alanıyla ilgili Ar-Ge çalışması yürütmesi için üniversitesinin yönetim kurulu kararıyla bir yıl ücretli izine ayrılabilmesi,
• YÖK’ün ve rektörlüklerin “makbul” gördüğü öğretim üyelerinin birer yıllık sözleşmelerle 75 yaşına kadar çalışabilmesi,

için düzenlemeler yapılmıştır.

SORUN ÇÖZÜLMEYECEK YENİ SORUNLAR GELECEK 

Yükseköğretim alanında yaşanan sorunlara çözüm üretmek bir yana yenilerini ekleyeceği açık olan, hatta acil çözüm bekleyen kimi sorunları da derinleştirecek olan bu düzenlemeler üniversiteye ve akademiye yönelik yürütülen saldırıda önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Tasarının içeriğine daha yakından baktığımızda, karşımıza çıkan tablo şudur:

ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİ SORUNU KAPIDA: Araştırma görevlileri bir yandan işten atılma kaygısıyla diğer yandan doktoralarını başarıyla bitirseler dahi işsiz kalma ya da yardımcı doçentlik kadrosuna atanmama tehdidiyle karşı karşıya kalacak. Çünkü tasarıya göre 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren tüm araştırma görevlilerinin, yıllık sözleşmeli istihdam biçimi olan 50/d’ye göre atanması düzenlenmekte. Bugüne kadar ısrarla savunduğumuz üzere 50/d’li araştırma görevlilerinin tamamının daha güvenceli olan 33/a’ya geçirilmesi talebimiz yok sayılmakta, araştırma görevlileri işten atılma kaygısı altında akademik çalışmalar yapmaya zorlanmaktadır.

İŞ GÜVENCESİ OLMAYAN AKADEMİSYEN: İş güvencesi olmayan bir araştırma görevlisi, asıl işini yani özgürce akademik faaliyetini ve araştırmalarını yürütebilme sorumluluğunu yerine getirmekten ziyade, işten atılmamak için maruz kaldığı iktidar ilişkilerinin kendisine yüklediği “diğer görevlerle” boğuşmak zorunda kalacaktır. Kaldı ki YÖK’ün ve üniversite yönetimlerinin araştırma konularına müdahale ettiği, hükümetin tutum ve yönelimlerine uygun biçimde kimi araştırma konularının fiilen yasaklandığı bir dönemde akademiyi güvencesiz istihdama mahkum etmek, muktedirlerin makbul gördüğü alanlarda ve yine onlar tarafından çizilen sınırlar içerisinde kalmak kaydıyla akademik çalışma yürütülmesini zorunlu kılacaktır. Böylesi bir akademik yaşamda özgür bilimden, özgür düşünceden bahsetmek mümkün değildir. 

30 YAŞINDA İŞSİZLİKLE KARŞI KARŞIYA KALACAK: Üstelik doktora ve sanatta yeterlilik sürecini başarıyla tamamlayabilen araştırma görevlileri için de sorunlar bitmemekte, aksine otuzlu yaşlarında doktor unvanı almasının karşılığı işsiz kalmak ile verilmek istenmektedir. Çünkü tasarıda açıkça, araştırma görevlisinin sadece YÜZDE 20’sinin, o da performans kriterlerini karşılamaları koşuluyla yardımcı doçentliğe atanabilmeleri hükme bağlanmak istenmektedir. Yardımcı doçentliğe ataması yapılmayan araştırma görevlilerinin, daha sonra kurumuna atanabilmesi için de en az bir eğitim-öğretim yılı, yurtiçinde veya yurtdışında farklı bir yükseköğretim kurumunda çalışması gerekmektedir. Üstelik YÖK’ün yürürlüğe koyduğu ve doktorasını tamamlamış araştırma görevlilerinin ders verebilmesinin hedeflendiği düzenleme de göstermektedir ki AKP ve YÖK akademisyenlerin haklarını, emeklerini gasp ederek, onları hak ettikleri yardımcı doçent kadrosuna atamayı değil maliyet hesabı yaparak, güvencesiz biçimde çalıştırmayı amaçlamaktadır.

DOKTORA SONRASI ARAŞTIRMACI UYGULAMASI: Yapılmak istenen düzenlemeye göre doktora, uzmanlık ve sanatta yeterlilik eğitimini tamamlamış akademisyenlerin istihdam edildikleri üniversitede görev yapan öğretim elemanı kadrosunun yüzde 5’ini geçmeyecek şekilde ve en fazla üç yıl süreyle “doktora sonrası araştırmacı” adıyla sözleşmeli olarak istihdam edilmesi planlanmaktadır. Ayrıca bu kişilere, sözleşmeleri bittikten sonra memurluk veya diğer personel istihdam şekillerinden birine geçiş hakkı da verilmemektedir. 

İSTENİRSE ÜCRETLERİ DÜŞÜRÜLECEK: Bununla birlikte “doktora sonrası araştırmacı”  olarak çalıştırılacak bu kişilere en fazla “40.000 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarı” yani en fazla 3.800 TL ücret verileceği belirtilmektedir. Ancak yine aynı maddenin devamında ücretlerin YÖK tarafından belirleneceği şartı getirilmiş ve dolayısıyla YÖK’ün bir kararıyla söz konusu ücretin düşürülmesinin önü açılmıştır. Bununla da yetinmeyerek bu kişilere, belirlenen ücret dışında hiçbir yan ödeme yapılmayacağı, “mevzuatta aksine hüküm bulunsa dahi” belirlenen ücretin dışında herhangi bir ad altında ödeme yapılmayacağı ve sözleşmelerine bu yönde bir hüküm konulamayacağı belirtilmektedir. Üstelik 33/a ile istihdam edilen bir araştırma görevlisi çeşitli tazminatlar almakta, emekliliğe dair haklar elde etmekte ve maaşı yaklaşık 4000 TL olarak düzenlenmektedir. Bu gerçek de hatırda tutulduğunda, söz konusu doktora sonrası araştırmacıların gelir, özlük hakkı ve gelecekleri açısından ciddi belirsizliklerle karşılaşacakları, güvencesiz istihdam nedeniyle yoğun emek sömürüsüne maruz kalarak mobbing ve angarya gibi sorunlarla yaşamaya zorlanacakları açıktır.

İKİNCİ BİR YÖK DAHA GELİYOR: AKP ve YÖK, yükseköğretim alanını, üniversiteleri demokratikleştirmek yerine, sermaye çevrelerinin emrine sunacak, sarayın atadığı rektörlerin emrinde emir komuta zinciri içerisinde çalışacak, dolayısıyla daha fazla merkezi baskı ve denetim altına alınacak şekilde yapılandırmaktadır. Bu nedenledir ki

* Üniversitelerin kurumsal özerkliklerini fiilen ortadan kaldıranlar, üniversiteleri insan, toplum ve doğa yararına değil sermaye ve kendi siyasi çıkarlarına uygun hale getirmek isteyenler, üniversitelerin farklı alanlarda ihtisaslaşması için YÖK’ü yetkilendirmeyi, 

• Üniversiteler bünyesinde “teknoloji transfer ofisi” adı altında sermaye şirketlerikurarak, üniversitelerin hakikat arayışı ve bilimsel bilgi üretme çabasından ziyade “sadece kar getirisi” olan işlere yoğunlaşmasını, 
• Yükseköğretim Kalite Kurulu kurarak, yükseköğretim hizmetini kamu hizmeti olarak değil şirket faaliyeti olarak değerlendirmeyi, böylelikle de üniverstilerinşirketleşmesini, öğrencilerin müşterileştirilmesini, akademik ve idari personelin de işçileştirilmesini sağlamayı,
• Yükseköğretim alanının ikinci YÖK’ü olarak Meslek Yüksekokulları Koordinasyon Kurulu’nu kurarak meslek liselerindeki dönüşüme paralel biçimde ve gençlerin işçileştirilmesi amacına uygun şekilde meslek yüksekokullarının dönüşümünüsağlamayı,
• Fen ve mühendislik bilimlerindeki son sınıf lisans öğrencilerinin bir yarıyılı özel sektör işletmelerinde, teknoparklarda, araştırma altyapılarında, Ar-Ge merkezlerinde ya da sanayi kuruluşlarında asgari ücretin net tutarının %35’i ücret ödenerek tıpkı meslek liselerinde olduğu gibi işçileştirilerek öğrenimlerini uygulamalı eğitimle tamamlamalarının zorunlu kılınmasını,
• Organize sanayi bölgelerinde, organize sanayi bölgesi veya Devlet üniversiteleri tarafından kurulan meslek yüksekokullarında öğrenim gören her bir öğrencinin işçileştirilmesi için eğitim desteği adı altında kaynak aktarılmasını,
• Eğitim programları ve kontenjanlarının planlanması amacıyla bünyesinde TOBB’unda bulunduğu Yükseköğretim Eğitim Programları Danışma Kurulu kurarak, eğitim alanındaki yedek işsizler ordusunun sorunlarına çözüm üretmek yerine onları daha kolay yönetilebilir kılmayı

'MAKBUL AKADEMİSYEN' ARAYIŞI: Üstelik yasa tasarısında en masumane gözüken, öğretim üyelerinin 75 yaşına kadar çalışabilmesine yönelik yapılan düzenleme. Oysa 75 yaşına kadar çalışabilecek öğretim üyeleri, YÖK’ün ve saray tarafından doğrudan atanan rektörlerin “makbul” gördüğü öğretim üyelerini kapsayacak ve her yıl yapılacak sözleşmelerle “makbullük” denetimine süreklilik kazandırılacaktır. Unutulmamalıdır ki “Bu Suça Ortak Olmayacağız” diyen, imzacı akademisyenlere destek açıklamasında bulunan duayen isimlerin üniversitelerde ders vermeleri engellenerek, akademisyenlerin haksız ve hukuksuz ihraç edilmeleri sonrasında öğrencilerin eğitim hakkı bizatihi üniversite yönetimleri tarafından yok sayılmıştır.

ÜNİVERSİTELER ŞİRKETLEŞİYOR: Bu tasarı, sadece sendikamızın ve üyelerimizin değil, üniversitelerin ve akademinin geleceğini yakından ilgilendirmesi, araştırma görevlilerinin emeğini, haklarını, geleceğini yok sayması ve yoksul ailelerinin çocuklarını işçileştirerek geleceklerine ipotek koyması nedeniyle başta muhalefet partileri olmak üzere tüm toplumun karşı çıkması gereken bir niteliktedir. Aksi halde, üniversiteler ve akademi geri dönüşü zor bir yola sürüklenecektir. Kurulduğu günden bugüne üniversiteleri siyasi iktidarların emrine sunmak dışında bir rol oynamamış olan YÖK’ün “sessiz devrimini” budur.

05-06-2017


Etiketler

Paylaşın arkadaşlarınızı da bilgilendirin

Paylaş