Arama sonuçları

YURTDIŞINDAKİ TÜRK BİLİM İNSANLARI: DR. HİLKAT ÖZGÜN

YURTDIŞINDAKİ TÜRK BİLİM İNSANLARI: DR. HİLKAT ÖZGÜN

Yurtdışındaki Türk bilim insanlarını tanıtmak için TAF Network ile yaşama geçirdiğimiz “Yurtdışındaki Türk Bilim İnsanları” dizimizin bu haftaki konuğu Avustralya hükümetinin Araştırma ve Geliştirme Merkezi olan CSIRO’da 25 yıl çalışmalarını sürdürmüş Bilim İnsanı Hilkat Özgün.                 

1988 yılı sonunda eşiyle birlikte Profosyonel Göçmen statüsünde Avustralya’ya göç etti. 1989 yılında Avustralya Hükümeti’nin Araştırma ve Geliştirme Merkezi olan CSIRO’da Bilim İnsanı olarak çalışmaya başladı.  Bu kurumda birçok başarılı projeye imza attı. CSIRO’nun dünya fuarlarında gösterilmek üzere geliştirdiği “Axcess” prototip Hibrid arabaya çift taraflı akü geliştirdi. Bu aküler aynı zamanda Holden araba firmasının Sidney Olimpiyatlarında sergiledigi “Yeşil Olimpiyat” Tasarımı için hazırlanan Hibrid (melez) arabada kullanıldı. 2000 yılında bu proje CSIRO’da yapılan projeler arasında birinci seçildi. Hilkat Özgün ve grubu CSIRO’nun en büyük ödülü olan CSIRO Başkanı Ödülü’ne layık görüldü.       

25 yıl CSIRO’de önemli projelere araştırmacı olarak imza atan Türk bilim insanı Hilkat Özgün, 2008 yilinda “UltraBattery” grup çalışması ile Araştırma - Başarı ve Onur Ödülü’ne layık görüldü. “Energy Transformed Flagship” programı altında geliştirilen UltraBattery hibrid araçlar, rüzgar ve güneş enerjisi tarlalarında kullanılmak için geliştirildi. Yenilenebilir enerji için yeni depolama kaynağı olan UltraBattery çalışmasının testleri halen Amerika'da ve Japonya'da devam etmektedir. UltraBattery Grubu, 2009 yılında Electrochemical Society of Japan tarafından ödüllendirildi.

2013 yılında, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın TÜBİTAK'la birlikte organize ettiği Yurtdışındaki Bilim İnsanları 2. Kurultayı'na Avustralya'dan temsilci olarak katıldı ve Enerji Depolama konusunda projeler oluşturulmasına katkı sağladı. Toplumsal çalışmaları ile yakından tanınan Özgün, Avustralya Türk Kültür Platformu kurucusu ve başkanıdır. Özgün, evli ve iki çocuk annesidir.

Dünya Kadınlar Günü 100.Yıl Albümünde yer alan Özgün, ayrıca Avustralya’da 2002 yılında Çokkültürlü Toplumları tanıtmak amacıyla hazırlanan “All of Us” adlı kitapda Türk Toplumu’nu temsil etti. 2011 yılında, dönemin Dışişleri Bakanı Kevin Rudd’ın Türkiye ziyareti kapsamında  yapacağı görüşmelere ilişkin bilgi veren Özgün, Çanakkale Savaşları’nın 100.Yılı Anma çalışmaları (Australian Turkish Centenary Community Committee) komitesinde görev yaptı. Özgün’ün ayrıca Türkiye - Avustralya Bilim Anlaşması imzalanması konusunda kişisel girişimleri olmuştur.

Eczacılık okumayı planlarken kendini ODTÜ Kimya’da bulan Özgün’ün Avustralya yolculuğu da yine tesadüfle başlıyor.             

Avustralya Büyükelçiliği’nin önünden geçerken içeriye girip form alıyor, dolduruyor. Aradan bir süre geçtikten sonra “kabul” geliyor. İş güvencesi olmadan bu ülkeye kendi deyimi ile “Profesyonel Göçmen” olarak kabul ediliyor. 

Avustralya’da o üniversitede çalışırken, eşi hem kendi hem de onun adına da iş başvuruları yapıyor ve Araştırma ve Geliştirme Merkezi’nde iş görüşmesine çağrılıyor.  İş teklifi ise bir fabrikayı 6 ayda yeniden üretime başlatması, 2 ay içinde bunu yapıyor. Yine bu alanda gelen teklifi kabul etmiyor, bu kez “aküler” ile ilgili çalışmaya başlıyor.  

25 yıl bu alanda çalışınca 'akünün doktoru' oluyorsunuz”diyen Özgün’ün gençlere tavsiyesi ise şöyle: “Üniversitede okuduğunuz dersleri önemseyin. Çünkü onlar gelecekte size yol gösterecektir. Bu bilgilerin hepsini belki kullanmayacaksınız. Ancak iş hayatına başladığınızda üniversitede öğrendiğiniz sistemli çalışma ve disiplin sizi başarıya götürecektir.”

Öncelikle Türkiye’deki eğitim yaşamınızdan söz edebilir misiniz?

Babam ilkokul öğretmeniydi. Mecburi hizmeti nedeniyle çocukluğum köylerde geçti. İlkokul beşinci sınıfa kadar köy okullarında okudum. Köy hayatı bana çok şey öğretti. Göç olgusunu da bu yaşlarda öğrendim. Bir köyden diğer bir köye tayinimiz çıktığında çok üzülüyordum. Ortaokula başladığım yıl ailem Almanya'ya göç etti. Ben o yıl yatılı okul sınavını kazanarak Türkiye genelinde ilk 50'ye girdiğim için beni birlikte götürmediler. Türkiye'de eğitimin daha kaliteli olduğuna inanıyorlardı. Her ne kadar aileden ayrılmak çok zor olsa da iyiki de bırakmışlar diyorum. Ülkemizde eğitim kalitesi çok daha iyiydi. Bunu Avustralya'ya göç ettiğimde çok daha iyi anladım. 

Liseden sonra tek idealim Eczacı olmaktı. Çünkü ilkokul son sınıfta taşındığımız kasabada Eczacı bir bayan vardı. Eczanesi annemin Gazete Bayii'nin hemen yanındaydı. Adeta benim için bir rol modeldi. Babası kasaya bakar, Eczacı Hanım ilaçları hazırlamak için koşuştururdu. Liseyi bitirdiğimde 13 tane Eczacılık tercihi yapmıştım. Fakat o sene, haylazlığım nedeniyle, Fizik dersinden bütünlemeye kaldığım için tercihlerime giremedim. Çok yüksek bir puanla açıkta kaldım. Bütünleme sınavında Fizik dersinden geçtikten sonra ön kayıtla girebileceğim Üniversite aramaya başladım. Puanım yüksek olduğu için Üniversitelerin Tıp, Diş Hekimliği gibi bölümleri de dahil olmak üzere birçok bölümüne ön kayıt yaptırdım.  O arada bir arkadaşım ODTÜ Fen Bilimleri Fakültesi'nin ön kayıt açtığını öğrenmiş. Kendi ismini yazdırırken benim ismimi de Kimya, Fizik ve Mathematik bölümlerine yazdırmış. İlk tercih Kimya olduğu için sevindim. Daha önce ODTÜ'de okumak gibi bir hevesim hiç olmamıştı. ODTÜ'de okuyan öğrencilerin çok ders çalışmak zorunda olduklarını duymuştum. Oysa ben Üniversite hayatını az çalışarak,keyifli geçirmek istiyordum. Kaderden kaçılmıyor sanırım. ODTÜ söz konusu olunca ilk şey yurtlarını araştırmak oldu. Benim için iyi bir yurt okuldan çok daha öncelikliydi. Çünkü ailem yurt dışındaydı. Bir barınağa ihtiyacım vardı. O nedenle ilk iş olarak ODTÜ yurtlarına gittim. Görevli memur öncelikle okul kaydımın olması gerektiğini söyledi. Ona yurtların benim için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışırken tanıdık çıktık. Babamın öğrencisiymiş. Önce okula gidip kaydımı yaptırmam durumunda o yıl yeni açılan bir yurda kaydımın garantisini aldıktan sonra gidip Kimya bölümüne kaydımı yaptırdım. Böylece ODTÜ hayatım başlamış oldu.

Eczacılık isterken kendinizi Kimya okurken buluyorsunuz. Bu durum sizi nasıl etkiledi?

Lisede Kimya dersini çok seviyordum. Dersi sevmek öğretmeni sevmekle alakalı. Bize Kimya'yı çok sevdiren bir öğretmenimiz vardı. Sevim Hanım. Yaşıyorsa aracılığınızla saygılarımı iletiyorum. Umarım bu röportajımı okur. Haftada bir gün Laboratuvara giderdik. O laboratuvar benim için çok farklı bir dünyaydı. Öğretmenimizin beyaz önlüğüne hayran olur, bir gün kendimi beyaz önlük içinde hayal ederdim. Sonra Üniverste de Kimya okumak kısmet oldu. ODTÜ'de bir yıl İngilizce hazırlık okumam gerekiyordu. İlk iki ay sonunda okulumuz dokuz aylık bir boykot dönemine girdi. Boykot sonrası ise hızlandırılmış eğitimle hazırlık sınıfını tamamladık. Çok iyi İngilizce öğrenemedik. Birinci sınıfa başladığımızda gözüm çok korkmuştu. İngilizce kitapları anlayacak kadar İngilizcem yoktu. Kıbrıslı, İngilizcesi çok iyi olan bir arkadaşımla bir anlaşma yaptık. O okuyup Türkçe çeviri yapacak, ben de konuyu veya problemlerin çözümlerini ona açıklayacaktım. İlk bir sene böyle geçtikten sonra ikinci sınıfta bölüm derslerine başladık. O arada İngilizcemi de toparladım.Her gün öğleden sonra laboratuvarlarımız vardı. Beyaz önlüğü giymek bu laboratuvarlarda kısmet oldu.

Kimya hayatımızın her alanında olan bir bilim dalı. Günlük hayatta kullandığımız çamaşır suyu, sabun, tuz ruhu, kozmetikler, ilaçlar, gazoz ve sirke, her şey Kimya. Bir Hocamız "Madem geldin dünyaya, çalışmalısın Kimya'ya"derdi. Bu söz benim ve benim gibi binlerce Kimyacınınüniversite hayatının özetidir.

ODTÜ'de zor yıllarda okumama rağmen o yılları büyük bir özlemle hatırlıyorum.  O günlerin zor şartlarına rağmen bizlere yüksek standartda bir eğitim verme mucizesini gerçekleştiren istisnasız tüm hocalarımı minnetle anıyorum.

Lisans eğitiminizin ardından Avustralya’ya gidiş kararını nasıl aldınız?

ODTÜ çok değerli bir eğitim kurumu. Bizim zamanımızda eğitimi çok daha kaliteliydi. Fakat hayata hazırlama konusunda biraz hayal kırıklıkları yaşadım. Mezun olduğumda her nereye baş vurursam vurayım işe alınacağımı düşünüyordum. Malesef öyle olmadı. Torpili olan birçok arkadaşımız bir yerlere yerleşirken, benim gibi tanıdığı olmayan arkadaşlarımız büyük bir gayretle iş arıyorduk. Ankara Sanayi bölgesinde bulunan bir Un Fabrikasına Laboratuvar Şefi olarak işe başladım. İşimi seviyordum. Fakat Un Fabrikasının bulunduğu Sanayi bölgesi bir genç kızın rahatça işe gidip geleceği bir yer değildi. Ancak sekiz ay dayanabildim. Sonrasında Master, Doktora yapmak üzere Almanya'ya ailemin yanına gittim. Kısa bir süre sonra ODTÜ'den sınıf arkadaşımdan evlilik teklifi aldım.  Olumlu cevap verdim ve Türkiye’ye geri döndüm. Yine iş konusunda bir kısır döngü başladı. Bir süre özel dersanelerde öğretmenlik yaptım. Birçok dersane sistemli çalışmıyor, maaşları aksatıyordu. O dönemde Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bölümü'nden Pedagoji yüksek eğitimi almaya başladım. Aynı dönemde Ankara Atatürk Anadolu Lisesinde Kimya, Mathematik, Fen Bilgisi öğretmeni olarak işe başladım. İşimi seviyordum. 4 yıl kadar çalıştım. Aklımda Almanya'da yapamadığım yüksek öğrenimim olduğu için eşime sürekli Almanya'ya göç etme baskılarım vardı. O da benden bıktığı için birgün "Çok istiyorsan başka bir ülkeye gidelim. Almanya olmasın" dedi. Bu ülke de Avustralya oldu.

Avustralya’ya gidişinizin ilginç bir hikayesi var olduğunu biliyorum, onu anlatabilir misiniz?  

Birgün bir arkadaşımla yürüyüş yapıyorduk. Tesadüfen Avustralya Büyükelçiliği'nin önünden geçtik. Avustralya Büyükelçiliğini görünce "Avustralya olabilir" dedim. Arkadaşımdan biraz beklemesini istedikten sonra Büyükelçiliğe girdim. Bir başvuru formu alıp çıktım. Arkdaşım hayretle bana baktı. O akşam formları doldurdum. Eşime imzalattım.  Gerekli belgeleri de ekledikten sonra ertesi gün Büyükelçiliğe verdim. Birkaç ay haber çıkmayınca başvurumuzu unuttuk. Ankara'da güzel bir yaşantımız vardı. İyi kazanıyor ve mutluyduk. 6 ay sonra bir telefon geldi. Avustralya Büyükelçiliği'nden arıyorlardı. Avustralya'da meslekler grubuna kabul edildiğimizi ve en geç birkaç ay içerisinde ülkeye giriş yapmamız gerektiğini söylediler. Biz de ailelerimiz de inanamadık. Karar vermek zor oldu. Fakat bu fırsatla hiç olmazsa gidip Avustralya'yı görürüz, sevmezsek geri döneriz düşüncesiyle, uzun ve yorucu bir yolculuk sonrası, 21 Ekim 1988 yılında Melburn'a geldik. Gittiğiniz ülkede karşılanmak çok önemlidir. Babamın bir arkadaşının yeğeni ve eşi bizi karşıladı. Daha önce hiç tanımadığımız bu insanlar bize aile sıcaklığı gösterdiler. İlk zamanlar Avustralya'yı hiç sevemedim. Gözümde canlandırdığım Avustralya'dan çok farklıydı. Türkiye'nin çok gerisinde, henüz gelişmemiş bir ülkeydi. Melburn'da en fazla 3 veya 5 yüksek bina vardı. Ankara'yı çok özlüyordum.

Avustralya’ya aslında bir iş garantisi olmadan gittiniz değil mi?

Evet. Giderken hiçbir iş garantimiz yoktu. Sadece meslekler grubuna kabul edilmiştik. Yani diplomalarımız Avustralya'da tanınmıştı. Ankara'da Avustralya Büyükelçiliği'ne mülakata gittiğimizde oradaki görevli bizimle biraz moral bozucu konuşmuştu. "Avustralya'da McDonalds'da mı iş bulacaksınız? Orayı sadece temiz hava, bol güneş, devletten verilen yardımlar olarak mı düşünüyorsunuz?" gibi sorularla bizim tepkimizi ölçmeye çalışmıştı.  Biz de Avustralya'da diplomalarımızın kabul edildiğini, kendi mesleklerimizde iş arayacağımızı söyledik. Daha sonra öğrendiğimize göre bu görüşmeyi yapan kişinin kulağı çekilmiş. Çünkü bizden önceki görüşmelerde çok vaatler veriyormuş. Yani ters zamanı bize rastlamış. Kısacası Avustralya’ya bir iş güvencesi ile gelmedik. Profesyonel göçmen olarak kabul edildik. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden almış olduğumuz diploma, uluslararası geçerliliği olan bir diploma olduğu için bu konuda sıkıntı yaşamadık. 

Endüstrinin geliştiği bölgelerden biri olduğu için deMelburn'u seçtik.  

Daha sonra Avustralya Hükümetinin Bilimsel Araştırma Merkezi CSIRO'dan nasıl iş teklifi aldınız? 

Ben Doktora yapmak için üniversitede kurslara giderken eşim de iş başvuruları yapmaya başladı. Hem kendi adına, hem benim adıma iş başvuruları yapıyordu. Birgün bana Avustralya Hükümetinin Bilimsel Araştırma Merkezi CSIRO'dan iş görüşmesi için teklif aldığımı söylediğinde ona biraz kızdım. Çünkü yüksek eğitimimi tamamladıktan sonra çalışmayı düşünüyordum. Yine de büyük bir heyecanla bir tarafı İngilizce, bir tarafı Türkçe yazılmış, kırmızı kaplı ODTÜ diplomamı koltuğumun altına koyarak iş görüşmesine gittim. İş görüşmesini yapan 7 kişilik panelden hiç kimse diplomam ile ilgilenmedi. Paneldekiler ilk kez bir Türk’letanıştıklarını söylediler. İş görüşmesine sanki benden çok onlar hazırlanmışlardı. Türkiye’nin büyük şehirlerinin isimlerini, Türkiye’nin komşularını, Başbakanı’nın ismini hatasız söylediler. 

İş görüşmesi olumlu geçti ve işe alındım. Doğu Avustralya’da problemi olan bir fabrikayı üretime geçirmemi istediler. Hiç bilmediğim bir konuydu. Hayır desem işe alınmayabilirdim. O nedenle kabul ettim. 6 aylık bir süre verdiler. Ben bu fabrikayı 2 ay gibi kısa bir sürede tekrar üretime geçirmeyi başardım. Bunun üzerine kısa sürede terfi aldım. Batı Avustralya’daki fabrika’dan da iş teklifi aldım. Türkiye’den Avustralya’ya göçü göze aldım, fakat Melburn’dan Perth’e göçü göze alamadım. Melburn artık Anavatan olmuştu. Bunun üzerineaynı kuruluşta Kurşun-Asit Akülerin araştırmasında işe başladım. 

Doğruyu söylemek gerekirse biz Kimyacılar belli konularda özel olarak yetiştirilmiyoruz. Ancak işe başladıktan sonra bir konuda uzmanlaşıyoruz. Benim için de öyle oldu. 25 yıl çalıştıktan sonra artık akünün doktoru oldum. Denizaltı aküleri de dahil olmak üzere elimden geçmeyen akü kalmadı.

 Yani kendinizi sadece teorik bilgi ile değil, iş hayatında pratik bilgi ile geliştirdiniz?

Kesinlikle. Onun için gençlere tavsiyem üniversitede okuduğunuz dersleri önemseyin. Çünkü onlar size yol gösterecektir. Üniversitede öğrendiğiniz sistemli çalışma, disiplin iş hayatınızda sizi başarıya yöneltecektir.

 Projeyi 6 ay yerine 2 ayda tamamlamanız da bu sistemli çalışmanın sonucu mu?

Tabiki. Bir de şu var; bir yerde göçmen olmak zor. Bu projeyi Avustralyalı biri yapmış olsaydı 6 ay gibi bir sürede tamamlar, gerekirse uzatma bile alabilirdi. Ama göçmen olduğunuz için kendinizi kanıtlamak istiyorsunuz. Göçmenlerin yükü ağırdır. Çünkü yurtdışında başarınız yalnızca sizin başarınız değil, ülkenizin başarısı oluyor. Türkiye’den gelen bir Türk kadını olarak eğer bir başarıya erişmişsem kendi adıma duyduğum gururdan çok bunu ülkem adıma yapmış olmaktan çok gurur duyuyorum. O nedenle biz göçmenler genellikle yurtdışında başarılı oluyoruz. Bu sadece benim için geçerli değil. Genellikle yurtdışına çıkan arkadaşlarımız oradaki fırsatları değerlendirerek ve azimli çalışmaları ile kesinlikle başarılı oluyorlar. 

Aynı zamanda Türk kültürüyle ilgili de çalışmalarınız var değil mi?

Evet. Yoğun iş hayatım yanında, Avustralya’da Türkiye, Türk insanı ve Türk kültürünün tanıtılması için her alanda gönüllü çalışmalar yaptım. Avustralya Türk Kültür Platformu kurucusuyum. 1995’te kurulan ODTÜ Mezunları Kulubü kurucu üyesiyim. Monash Üniversitesi ile ODTÜ'yü kardeş üniversite yaptık. Seminerler, yemekler düzenledik. O dönemde Gelibolu'dan getirilen bir çam ağacını Monash Üniversitesi'ne diktik. Dostluk ağacımız oldu. İki Üniversite arasında öğrenci değişimimiz oldu. Komşumuzun kızı da ODTÜ’ye gitti. Orada 6 aylık bir eğitim aldı. Onun ilgisini eğitimden çok, Türk kültürü çekmiş. Çok güzel anılarla döndü.

Avustralya’da yaşayan Türk toplumunun diğer toplumlarla kaynaşması için çalışmalar yapıyorum. İlk geldiğim yıllarda Türk Toplumunun burada yaşayan diğer toplumlarla kaynaşmadığını gözlemledim. Avustralya 200 farklı ülkeden gelen insanların yaşadığı çokkültürlü bir ülke. Bu ülkede insanların kaynaşması, farklı kültürlerin öğrenilmesi, o kültürlere ön yargılı olmamak çok önem taşıyor. Böyle bir ülkede soyutlandığınız zaman dışlanırsınız. O nedenle Türk Toplumu ile diğer etnik toplumları kaynaştıracak programlar, projeler, etkinlikler düzenledim.  Türkiye’den Avustralya’ya eğitim amaçlı gelen öğrencilere ve Avustralya'ya yeni göç eden vatandaşlarımıza ev kurma, iş bulma, sosyal hayata uyum, eğitim ve diğer toplumlarla kaynaşma gibi birçok konularda gönüllü destek verdim. Türk - Kore ortak projemiz, Türk - Japon Dostluk yılı kutlamamız gibi birçok ses getiren etkinliğe imza attım. 2005'de başlatığım Türk Lale Festivalinde ülkemizi ve zengin Türk kültürümüzü başarıyla tanıtıyoruz. 

İşyerinizde sizden başka Türk var mıydı?

İş yerimde o bölüme giren ilk Türk bendim. İlk günlerde ofisimin kapısından gizlice bakan veya birşeyler bahane edip birşeyler soran birçok insan oldu. Meğer bu kişiler bölümde bir Türk’ün işe başladığı haberi yayılınca Türk neye benzer diye merak edenlermiş. Zamanla beni tanıdıklarında kendilerinden  farklı olmadığımı gördüler. İngilizce konuşuyor olmama çok şaşırdılar. Birçoğu Türkiye ile ilgili hiç bir şey bilmiyordu. İş yerimde Türkiye’yi tanıtmak benim misyonum oldu. Kısa bir süre sonra ‘Uluslararası bir öğle yemeği’ organize ettim. Herkes kendi ülkesinden bir yemek getirdi. Baklavayı biliyorlardır diye ben de baklava yaptım. İki arkadaşımın Baklavayı alıp üstüne Rus çorbası olan Borç çorbasını sos gibi döktüklerinini gördüğümde bu insanların gerçekten Türkiye ve Türk kültürünü tanımadıklarına karar verdim. Daha sonra mesleğimle ilgili sunumlarımda, sunumumun önüne yaklaşık 7 dakikalık Türkiye tanıtım videoları koymaya başladım. İlk önce şaşırdılar. Daha sonra hoşlarına gitmeye başladı. Benim tanıtımlarım sonucu Türkiye’ye giden birçok iş arkadaşım oldu. Çok güzel anılarla döndüler.

Kulüpler, platformlar kuruyorsunuz. Bu girişimcilik, gönüllülük nereden geliyor?

Babam Köy Enstitüsünde eğitim almış bir öğretmendi. Daha önce bahsettiğim gibi öğretmenliği sırasında farklı köylerde hizmetleri oldu. Her gittiğimiz köyde o köyün insanlarına okuma yazma yanında sağlık, ziraat, hayvancılık, arıcılık,dikiş, kooperatifleşme gibi birçok şey kazandırırdı.  Babamın bu faaliyetlerini görerek büyüdüm. Daha sonra babamın idealleri sebebiyle, ne yolu ne okulu ne de lojmanı olan, bir köye gitmek zorunda kaldık. Ben o yıl ortaokula başlayacaktım. Ya kasabada bir tanıdığın yanında kalacak, ya da ailemle birlikte o köye gidecektim. Babam "İstersen bir yıl okuluna ara ver ve bizimle gel. Bana yardımcı öğretmenlik yaparsın. O arada ben seni yatılı okul sınavlarına hazırlarım" dedi. 11 yaşındaydım. Yardımcı öğretmen olma fikri beni çok heyecanlandırdı. Onlarla birlikte köye gittim. Terk edilmiş bir evi okul, bir diğerini kendimize lojman yaptık. Tüm köy halkının yardımıyla ağaçlar kesildi. Sıralar ve sandalyeler, kara tahta yapıldı. 16 yaşına kadar olan öğrencileri babam aldı. 16 yaşın üstü yetişkinleri ise bana verdi. Onlara okuma yazmayı öğrettim. Yıllar sonra bu öğrencilerimden bir tanesi ile karşılaştım. Yaşça benden çok büyüktü. Elimi öpmek için eğildiğinde çok utandım. O ise bana "Senin sayende okumayı öğrendim. Sen eli öpülecek bir insansın" dedi. Bunlar çok güzel duygular.

Yani gönüllülük aileden gelen bir alışkanlık ve ben de onu sürdürüyorum. Farklı bir ülkeye geldiğinizde kendi ülkenizinne kadar değerli, kültürünüzün ne kadar önemli olduğunu fark ediyorsunuz ve ülkenizle gurur duyuyorsunuz. Ülkenizin zengin kültürünü tanıtmak, Türk insanının modern yüzünü birlikte yaşadığınız insanlara tanıtmak bir misyon haline dönüşüyor. Ülkenizin bir Elçisi oluyorsunuz. Bunları gönüllü yapıyorsunuz. Toplumsal çalışmalarımla Avustralya ve Türkiye arasında bir köprü oluşturmaya çalıştım. Bunun en güzel örneği de 2005 yılında başlattığım Türk Lale Festivali oldu. Aynı platformda gerek Avustralyalı, gerek Türk ve gerekse Avustralya'da yaşayan etnik toplumları toplamam mümkün oldu. Başbakanlar, Bakanlar, Milletvekilleri ve diğer resmi kurum yöneticileri Türk Toplumu'ndan övgüyle bahseder oldular. Bu da bana gurur veriyor .

Avustralya’ya gitmek isteyen arkadaşlarımıza ne tür tavsiyeleriniz olur, nasıl bir yol izlenmeli?

Bizim geldiğimiz yıllarda Avustralya çok uzak bir ülkeydi. Fakat artık dünyanın sınırları kalmadı. Şimdilerde oldukça fazla bir öğrenci akımı var. Kalifiye göçmenlerin sayısı arttı. 

Türkiye'den gerçekten eğitim amaçlı gelen öğrenci sayısının az olduğunu gözlemliyorum. Öğrenci olarak gelen kişiler eğitimi bir amaçtan çok araç olarak kullanıyorlar. Genellememekle birlikte, birçok öğrenci burada kalmak amaçlı geliyor. Artık burada kalmak çok zorlaştı. Öğrenciler burada kalamadıklarında hayal kırıklığı yaşıyorlar. Ülkeye geri dönmek zor geliyor. 

Ülkemizde yabancı dil eğitiminin kalitesine inanıyorum. Öğrenciler İngilizce'yi ülkemizde çok daha iyi öğrenebilirler. Kaliteli İngilizce kursları veren merkezlerimiz var. Özellikle dil eğitimi için önerim; bunu ülkemizde yapsınlar. Buraya geldiklerinde birçok öğrenci ucuz dil kurslarını seçiyor. Sınıflarda diğer ülkelerden gelen birçok yabancı aksanlı öğrenci ile birlikte eğitim görüyorlar. Eğitimin kalitesi çok iyi olmuyor. 

Birçok öğrenci kurs ücretini karşılamak için çalışmak zorunda kalıyor. Yıllardır o kurstan bu kursa giden öğrenciler tanıyorum. Oysa dillerini ülkemizde geliştirip buraya Üniversite okumak için gelseler daha başarılı olurlar diye düşünüyorum.

Üniversite veya Yüksek öğrenim yapmak amaçlı gelen öğrencilerimiz daha başarılı oluyorlar. Türkiye'de verilen temel burada rahat etmelerini sağlıyor. Burada Üniversite eğitimi çok daha kolay.

Ülkemizin tanınan Üniversitelerinde alınan eğitimin seviyesinin dünyanın birçok gelişmiş ülkelerinde verilen eğitim seviyesinin çok üstünde olduğunun düşünüyorum. 

Bir de bilim insanlarıyla 5 soru 5 cevap köşemiz var, oradaki sorularımızı da soralım. İlk olarak sizi ne heyecanlandırır?

Hiç beklemediğim birşey heyecanlandırır. Örneğin, geçen sene Almanya’dan bir öğrenci gelmişti ve onu gönüllü olarak evimize aldık. Sonrasında Almanya’ya döndüğünde bana doğum günümde hediye yollamıştı. Karşılık beklemediğim birşey olduğu için hem sevindim, hem heyecanlandım. 

Heyecanınızı ne öldürür peki?

Negatif enerjili insanlardan ve çıkarcılıktan hoşlanmıyorum. Bunlar heyecanımı öldürür.  

Hangi mesleği yapmak istemezdiniz?

Her mesleğe saygım var. Fakat farkındalık yaratmayan hiçbir mesleği yapmak istemezdim. 

Kahramanınız kim?

Kahramanım çok. Saymakla bitmez. Açıkçası öncelikle ailem tabii ki. Daha sonra her zaman örnek aldığım rahmetli babam. Sonrasında da ülkesini bırakıp başka ülkeye uyum sağlamaya çalışan göçmenler ve göç olgusunda yükün en büyüğünü taşıyan kadınlarımız. Ayrıca,Avustralya’nın yerlileri olan Aborjinler, evsiz - kimsesiz insanlar, ülkemiz için hayatını veren şehitlerimiz ve siz gençlerimiz. Siz bizim geleceğimizsiniz. Sizlerden çok şey bekliyoruz. Ulu önder Atatürk’ün de dediği gibi, ‘Geleceği size emanet ettik’. Ben de öyle ümit ediyorum. Gelecek sizlerin!   

Hayat felsefenizi hangi cümle veya sloganla özetlersiniz?

Bir iki tane var. İlki şöyle: Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yön veremez. Gerçekten doğru bence, çok güzel bir söz. Hayatınızda hedefiniz yoksa yol almanız mümkün değil. Diğer söz de: İnsanın hayatı insanın hayalleridir. Bir de Aborjinlerin bir atasözü var: Biz bu zamana ve yere misafiriz; amacımız gözlemek, öğrenmek, büyümek, sevmek ve sonra eve geri dönmektir. Onların felsefesini de çok takdir ediyorum. 

Hocam çok teşekkür ederiz, eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye’deki tüm öğrencilere sizin aracılığınızla selamlarımı yolluyorum. Şuan zor diye düşünmesinler gelecek onlara çok şey vaat ediyor. Avustralya’ya yolu düşenler lütfen arasınlar. Bir kahve içeriz beraber. Her zaman burada bir desteğiniz olduğunu unutmayın! 

09-03-2017


Etiketler

Paylaşın arkadaşlarınızı da bilgilendirin

Paylaş