Yükseköğretimimizde kalite sistemi eksikliği
Üniversite sayısı 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’nın yasalaştığı 1981 yılından günümüze büyük artış gösterdi. Boğaziçi Üniversitesi Rektörü olarak göreve başladığım 1992’nin Ağustos ayında 1’i vakıf (Bilkent) olmak üzere toplam 29 üniversitemiz vardı. Bugün ise toplam 185 üniversitemiz var. Bunların 76’sı vakıf, 109’u ise devlet üniversitesi. Ayrıca değişik vakıflar tarafından kurulan 8 Meslek Yüksek Okulumuz var. Diğer bir deyişle 193 yükseköğretim kuruluşumuz var.
Rahmetli İhsan Doğramacı hocamız kuruluş günlerinde YÖK’ü anlatırken ‘Bu kuruluşu üniversitelerimizin mütevelli heyeti gibi düşünün’ derdi. Bilindiği gibi ABD’de özel üniversiteler mütevelli heyetleri tarafından yönetiliyor. Her üniversitenin bir mütevelli heyeti var. Devlet veya kamu üniversitelerinin ise her eyalette onları yöneten bir merkezi kurul var. Ancak, Washington’da büyük merkezi bir kurul yok çünkü eğitim eyaletlerin yetkisi içinde, federal hükümetin değil. Bu nedenle her bir eyaletin sorumlu olduğu yükseköğretim kuruluşunun sayısı fazla değil: bir veya iki, bilemediniz üç. Biz de ise YÖK 29 kuruluş ile başladı, şimdi ise 193.
SİSTEM İÇİNDE FARKLILIKLAR ARTTI
Ankara’nın sahip olduğu, girdi denetlemelerine önem veren paradigması ile bu giderek artan karmaşanın içinden üniversitelerimize zarar vermeden çıkılması güç. Bir taraftan sayılar artarken sistem içinde farklılıklar da çok arttı. Yeni kurulmuş genç üniversitelerimiz var, eski yerleşik uluslararası düzeyde rekabet edebilecek kurumlarımız var. Aynı farklılık vakıf üniversitelerimiz arasında da var.
YÖK MERKEZİYETÇİ VE MÜDAHALECİ OLDU
Kısacası sistem çok karmaşık hale geldi ve YÖK bu durumun üstesinden gelebilmek için daha merkeziyetçi ve daha müdahaleci oldu. Üniversitelerin sorumluluğu olan birçok konuda kurallar koyuyor.
Bir örnek verecek olursam kanımca bir vakıf üniversitesinin sorumluluğunda olan ne tur burs verileceğine dair ayrıntılarına kadar giriyor. Gazete haberi olduğu ve ayrıntılarına hakim olmadığım için örnek göstermekte tereddüt ediyorum ama ülkemizde Suriyeliler konusunda araştırma yapılmaması gibi yazıların üniversitelere yazılma olasılığı yüksek. Görev yaptığım yıllarda belirli bir konuda “Türkiye’nin tezini haklı çıkaracak” araştırmalar yapılması türünden yazılar geldiğini hatırlarım. Bu tür merkeziyetçi müdahaleler üniversite ve bilimin özerkliğine çok aykırı.
BAĞIMSIZ BİR ÖZERK KALİTE KURULUŞU GEREK
Yükseköğretim sistemimizde girdi kontrollerini unutup artık çıktı kontrollerine, diğer bir deyişle, kurumların performanslarını kontrol eden sistemlere geçmemizde büyük fayda var. Kurumlara daha fazla özerklik tanınması, rekabet etmelerine imkan verilmesi ve performanslarının YÖK’ten tamamen özerk bir kalite kuruluşu tarafından değerlendirilmesi çok önemli. Bütün dünya bu yönde yol alırken ülkemizde bu yolda, bir takım çalışmalara rağmen, hiç adım atılamamış olması üzücü. Yükseköğretim sistemimizi tekrar düşünmenin zamanı geldi geçti. YÖK gibi merkezi bir kuruluşun koordine eden, hedef koyan, fakat yönetmeyen bir kuruluş olmasında çok büyük bir fayda var. Böyle bir kuruluşla birlikte ama tamamen ayrı ve özerk, üniversitelerin performansını değerlendirecek bir kalite ajansının kurulması da çok önemli.
34 YILDA MERKEZİYETÇİ BÜROKRASİ ÇIKTI
Yükseköğretim Kurulu’nun hayata geçmesinden bugüne tam 34 yıl geçti. Ortaya koskocaman merkeziyetçi bir bürokrasi çıktı. Bu bürokrasinin kendi yetkilerini değiştirecek, azaltacak veya paylaşılmasına yol açacak bir tasarımla ortaya çıkmasını beklemek saflık olur. Bir İngiliz tanıdığımın deyimiyle “Noel yemeğini hindilere hazırlatmazsınız.” Sanırım bu konuda siyasi partilerimize önemli bir rol düşüyor. Ancak siyasi partiler de iktidara geldiklerinde altın tabak içinde kendilerine sunulan ve kullanabilecekleri merkezi bir yapı buluyorlar. Muhalefetteyken değiştireceklerine söz verdikleri bir yapıyı devam ettirmekte fayda görüyorlar.
19-02-2015