PISA sonuçları ve eğitimdeki eşitsizilkler
Uluslararası alanda yapılan sınavlar fen ve matematik okuryazarlığı ile okuma becerilerini ölçmenin yanında aynı zamanda sosyo-ekonomik yapının da sorgulanmasına, bu yapının başarıya etkilerine de bakmaktadır. Bu yönü ile bakıldığında ülkemiz açısından yoksulluk ve mutlak yoksulluk sınırının altında yaşayanlar ile orta gelir grubunda yaşayanların, yani ilk üççeyrekte yaşayanların eğitim olanaklarından yararlanma noktasında çok geride kaldıkları görülmektedir. Benzer sonuçlar ile yurt içinde yapılan çeşitli sınavlarda da karşılaşılmaktadır. O nedenle, sonuçlara sistemde var olan eşitsizlikler üzerinden bakmak ve çözüm için bu kesimi güçlendirecek politikalara yoğunlaşmak daha adaletli bir yaklaşım olacaktır.
Sonuçlar bize yoksulluğun eğitimden uzaklaşmaya, eğitimden uzaklaşmanın da yoksulluğa neden olan unsurlar olduğunu göstermektedir.Yıllardır uygulanan yanlış politikalar sonucunda yakın geçmişe kadar geçerli olan “eğitim ile kazanılabilecek bir gelecek” fikri yoksul, emekçi aileler açısından giderek belirsizleşmiş, eğitimin özellikle alt sınıflar için toplumsal hareketlilik rolü her geçen yıl belirgin bir şekilde azalmaya başlamıştır. Böylece toplumun büyük çoğunluğu içeriği boşaltılmış, bireye nitelik sağlamayan, çağın ihtiyaçlarını karşılayamayan, yetersiz eğitim sürecinden geçirilmektedir.
Eşitsizliğin sonuçlar üzerine etkisinin değerlendirilmesi raporda da kendine yer bulmuştur. Buna göre ‘Ailenin zenginliği, çocukların okuldaki performansını etkiler ancak bu etki ülkeler arasında belirgin bir şekilde değişmektedir. Bazı ülkelerin göreceli refahı eğitimle ilgili daha fazla harcama yapmalarına olanak tanırken bazı ülkeler de kendilerini daha düşük bir milli gelirle sınırlandırılmış bulmaktadır. Bu nedenle, ülkeler arasındaki eğitim sistemlerinin performansını karşılaştırırken, ülkelerin milli gelirini göz önünde bulundurmak önemlidir.Türkiye, OECD ülkeleri içinde kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılası (GSYİH) düşük olan ülkelerdendir.’
PISA araştırmasında okul örneklemi, tabakalı seçkisiz örnekleme yöntemiyle belirlenmektedir. PISA 2015 uygulaması için ilk aşamada İstatistikî Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) Düzey 1, eğitim türü, okul türü, okulların bulundukları yer ve okulların idari biçimleri tabakaları kullanılarak okullar tabakalı seçkisiz örnekleme yöntemiyle belirlenmiştir, ikinci aşamada ise bu okullarda uygulamaya katılacak olan öğrenciler seçkisiz yöntemle belirlenmiştir.PISA’da her bir öğrenci için sosyo-ekonomik ve kültürel durum indeksi (EKSD) hesaplanmaktadır. Bu indeks; anne-babanın mesleği ve eğitim düzeyi, öğrencinin evde sahip olduğu eğitim ile ilgili kaynaklar ve ailenin evindeki bir takım araç gereçler değişkenleri dikkate alınarak hesaplanmaktadır. Bu hesaplama yöntemine göre Türkiye bu alanda ilk sırada yer almaktadır.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tablonun benzer sonuçlar ürettiğini sıralamalara bakarak tahmin edebiliriz. Bedelsiz eğitim koşullarının eşit sunumu denklik ve dengeleme sorunlarının çözümüne de katkı sağlayacaktır. Ölçümü yapılan okumaların vebecerilerin yoksunluğu ya da az oluşu çocuğun ileri yaşlarda ki yaşam aktivitelerini ve düzeylerini de etkileyen bir olgudur. Bu yönüyle bakıldığında bireylere eğitim olanaklarının kamusal bir hizmet olarak sunumu kadar bireylerin eğitim olanaklarından ekonomik olanakları daha üst seviyede olan emsalleri ile aynı düzeyde yararlanması da önem kazanmaktadır. Benzer durum bilişim araçlarının kullanımı ve erişimi içinde söz konusudur.
Bilindiği üzere PISA 2015 bulgularına göre Türkiye’deki öğrencilerin yüzde 68,7’si sosyo-ekonomik olarak dezavantajlı gruplar arasında yer alıyor. Bu gruplar arasında yer alma her bakımdan eğitim olanaklarından yoksun kalmanın en önemli göstergesidir. Özellikle son dönemde sınava katılan meslek liseleri ve imam hatip liselerinde okuyan öğrencilerin sayısında ki artış ve bu liselere devam eden öğrencilerin ağırlıklı olarak orta ve altı gelir grubu içinde yer alan ailelerden geliyor olmaları da ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir bulgudur. Sosyo-ekonomik açıdan heterojen öğrenci kitlesi, öğretmenler ve eğitim sistemleri için başlıca sorunlardan biridir. Sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı öğrencileri okutan öğretmenlerin, daha avantajlı geçmişe sahip öğrencileri okutan öğretmenlere göre daha büyük zorluklarla karşılaşması muhtemeldir.
Benzer şekilde, dezavantajlı çocukların daha büyük oranlara sahip olduğu ülkeler, bu öğrencilerin daha küçük oranlara sahip olduğu ülkelerden daha büyük zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır.Yıllardır uygulanan yanlış politikalar sonucunda yakın geçmişe kadar geçerli olan “eğitim ile kazanılabilecek bir gelecek” fikri yoksul, emekçi aileler açısından giderek belirsizleşmiş, eğitimin özellikle alt sınıflar için toplumsal hareketlilik rolü her geçen yıl belirgin bir şekilde azalmaya başlamıştır. Toplumun büyük çoğunluğu içeriği boşaltılmış, bireye nitelik sağlamayan, çağın ihtiyaçlarını karşılayamayan, yetersiz eğitim sürecinden geçirilmektedir.
ERKEN ÇOCUKLUK EĞİTİMİ NEDEN GEREKLİDİR?
Çocuklar dünyaya geldiği andan itibaren büyük bir hızla öğrenmeye başlar. Okul öncesi yıllarda çocuklar, yakın çevrelerine karşı çok duyarlıdır ve hareketli, meraklı, araştırıcı bir kişilik özelliği sergilerler. Hayalleri çok güçlüdür. Günlük yaşamda karşılaştıkları olayların nedenleri ve sonuçları arasında ilişki kurmaya çalışırlar ve sürekli soru sorarlar. Birey, yaşamı boyunca, hiçbir dönemde 3-6 yaşlarında olduğu kadar aktif değildir. Bu dönemde büyük bir enerjiye sahiptir. En önemli işi öğrenmektir. Çevresindeki tüm canlı ve cansız objelerin, algıladığı bütün olayların ne olduğunu sorgular ve büyük bir hızla öğrenir.
Çocukların zekâ gelişiminin %70’lik kısmı 7 yaşına kadar tamamlanır ve öğrenme becerileri okulöncesi çağda gelişir. Çocuğun araştırma, problem çözme ve yeniliklere uyumu kuvvetli, güven duygusu gelişmiş ve kendini ifade edebilen, doğru kararlar alabilen bireyler olarak yetiştirilebilmeleri açısından okul öncesi eğitim çok önemlidir. Bu dönemde sağlanan eğitimle, çocuğun doğru alışkanlıklar kazanmasına, ihtiyacı olan davranışları edinmesine ve öğrendiklerini uygulamada özgürlük ve cesaret kazanmasına olanak sağlar.
ERKEN ÇOCUKLUK EĞİTİMİ ALANLAR DAHA BAŞARILI
Öğrencilerin okulöncesi eğitim alma durumu PISA’da öğrenci başarısını etkileyen en temel faktörler arasında yer almaktadır. Türkiye’de PISA uygulamalarına katılan öğrencilerin yüzde 46,3’ü okulöncesi eğitim almadıklarını ifade etmiştir. Oysa OECD ülkeleri içinde bu oran sadece yüzde 4,5’tir. PISA sonuçlarındaokulöncesi eğitim almama durumu ile sosyo ekonomik düzeyin yetersiz olma durumunda doğrusal bir ilişki vardır.
Erken çocukluk eğitimi; ilkokul çağına gelmemiş 24-72 ay grubundaki çocukların eğitimini kapsar. Erken çocukluk eğitim kurumları; bağımsız anaokulları, fiziki koşulları uygun örgün ve yaygın eğitim kurumları bünyesinde anasınıfları ve uygulama sınıfları olarak açılmaktadır. Erken çocukluk eğitim alarak ilkokula başlayan çocukların; bu eğitimi görmeyenlere oranla daha katılımcı, girişken ve uyumlu olduğu bilinmektedir.
Evde ailenin çocuğa sağlayamadığı eğitim imkânlarını vermek ve düzenli bir öğretim programına başarı ile katılmaya hazırlanmak için bu alanda yetişmiş eğitimcilere ihtiyaç vardır. Erken çocuklukeğitim kurumları, günümüzde ailelere gerekli eğitim desteğini sağlayan, yol gösteren, sorumluluklarını belirli ölçüde azaltabilecek temel kurumlar olarak önemli bir işlevi yerine getirir. Türkiye açısından okul öncesi eğitimin zorunlu yapılması uygulamasına hemen geçilmesi gerekmektedir. Erken çocuklukeğitim başta olmak üzere, eğitimin bütün kademelerinde sadece bilimsel ve pedagojik ilkeler gözetilmelidir
Erken çocukluk eğitim, alma durumu ülkemiz açısından ailelerin sosyo-ekonomik durumlara göre gelişim ve katılım göstermektedir. Okulöncesi eğitim alan ve almayan öğrenciler arasındaki farklılaşma yurt dışında ve yurt içinde yapılanSınavlardaçok belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı yoksulların çocuklarını okul öncesi eğitime göndermek için gösterdiği çaba tek başına yeterli olmamaktadır. Devletin bu alanda her türlü desteği sunması gerekmektedir. Erken çocuklukeğitimini uzun süreli alanlar, belirli süreli alanlar ve almayanlar arasındaki başarım farklılıkları raporda da saptanmış bulunmaktadır.
Buna göre;
*OECD ve Türkiye’de 1 yıldan az sürede okul öncesi eğitim alan öğrenciler, almayanöğrencilerden daha düşük başarımsergilemişlerdir. Bu fark OECD için istatistiksel olarak anlamlıyken, Türkiye için anlamlı değildir.
*Türkiye’de 1-2 yıl arasında okul öncesi eğitim alan öğrenciler, almayan öğrencilerden daha yüksek performans sergilemişlerdir ve bu öğrenciler arasındaki 17 puanlık fark anlamlıdır. Benzer sonucu Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması 2015 sonuçlarında görmek de mümkündür. (bkz.TIMSS 2015 Ulusal Fen ve Matematik Ön Raporu)
*OECD’de en az 1 yıl okul öncesi eğitim alan öğrenciler, almayan öğrencilerden daha yüksek başarım sergilemişlerdir ve öğrenciler arasındaki farklar istatistiksel olarak anlamlıdır.
SONUÇ, YORUM VE ÖNERİLER
Geçmiş PISA verileri incelendiğinde çocukların geldikleri ailelerin sosyo ekonomik ve sosyo kültürel gelişim endeksinde çok düşük oranda da olsa bir iyileşmenin olduğu görülmektedir. Bu düşük oranlı iyileşmede eğitim bütçesinde yapılan artışların ve eğitim desteği olarak yoksul ailelere yapılan kısmi yardımların etkisinin olduğunu söyleyebiliriz. Bölgesel bazda bakıldığında yoksulluğun ve kişi başına düşen milli gelirin daha az olduğu bölgelerden sınavlara katılan öğrencilerin puan ortalamaları gelir düzeyi yüksek olan diğer bölgelere göre daha düşüktür. Üçer yıllık beş dönemi kapsayan PISA sonuçlarında orta ve alt gelir gruplarından ailelerin çocuklarının devam ettiği sınava öğrenci katan okul türlerinin başarı sıralaması hep aynı kalmaktadır.
PISA sorularında Türkiye’deki öğrencilerin başarılı olamaması bilgiyi gerçek yaşama uygulayamadıkları, okullarımızda öğrencilerin bilgiyi ezber düzeyinde öğrendikleri, yani sorgulamaya dayalı bir eğitim anlayışının olmadığı, öğrenilen bilgilerin günlük yaşamla ilişkilendirilmediği, yine bilgilerin alt ve orta düzeyde öğrenildiği üst düzey olan değerlendirme ve üretme basamağında eğitim verilemediği sonuçlarına ulaşmak mümkündür. Ezberlenen bilgilerin ve kalıcı olmayan öğrenme yaşantılarının kağıda aktarımından ibaret olan sınavların yerine öğrenilenler üzerinde çıkarımda bulunma, bilgileri analiz etme, çıkarımda bulunma, öğrendiklerini yaşamla ilişkilendirme becerilerini ölçen çalışmalar yapılmalı, çok yönlü bilgi ve beceri kazandırıcı, nitelikli bir eğitim anlayışı benimsenmelidir.
Sınavlar yoluyla yapılan eleme ve yönlendirmeler, zaten eşit olmayan bir eğitim sistemi içinde yeni eşitsizlikler ve adaletsizlikler yaratmaktadır.Kültürel çeşitlilik ve çevresel uygunluk açısından eğitim sisteminin beklentilerine karşılık vermekte başarısız olabilecek farklı özellikteki çocukların standart sınav uygulamaları üzerinden yarıştırılmasının hiçbir sağlıklı yanı bulunmamaktadır. Çoktan seçmeli test çözme odaklı sınavlarda yüksek puan almayı başarı, düşük puanı başarısızlık olarak görmek ve tartışmak yerine,eğitim hizmetinin niteliği ile farklılaşan değerlendirme ölçütlerini ele almak daha rasyonel bir yaklaşım olacaktır. Tartışmayı toplumda çeşitli dezavantajları olan grupların, kırsal kesimde eğitim görenlerin, kent merkezlerinin çevresinde bulunan özel bir statüsü olmayan okullara kayıtlı öğrencilerin, gelir ve eğitim düzeyi düşük ailelerin çocukları açısından ciddi olumsuzluklar taşıyan bu sistemin sorunlarına çözümler aramak, bu kesimlere pozitif destek sunacak politik çözümleri üretmek daha anlamlı olacaktır.
Eğitimin uzun zamana yayılan beklentileri ile sınavların ortaya çıkardığı pratik sonuçların giderek daha fazla ayrışmaya başlaması, sınavların sistem tarafından kendisinden beklenen işlevini bile yeterince yerine getiremediğinin kanıtıdır. Hangi biçim altında olursa olsun, sınavların içeriğinden biçimine, süresinden amacına kadar hemen hiçbir özelliğinin gerçek anlamda aday başarısını ölçmede yeterli olmadığı yaşanan örneklerden yola çıkılarak görmek mümkündür. Türkiye’de eğitim sisteminden başlayarak düzeyler arası geçişler, okul türlerini tarif ve eğitim programları başta olmak üzere, eğitimin tüm tür ve düzeylerinin kamu tarafından ve kamusal kaynaklarla sunulması ve adil dağıtımının sağlanması, insancıl ve demokratik bir okul iklimi oluşturma gibi pek çok sorun varlığını sürdürmektedir.
Bu amaçla her ilde özellikle öğretmen eğitiminde olmak üzere ‘Sürekli Eğitim Merkezleri’ açılmalı, okullarda ve eğitim kurumlarının tamamında Ar-Ge biriminin kurulmalı, her eğitim kurumuna ve milli eğitim müdürlüklerine eğitimle ilgili araştırma yapma zorunluluğunun getirilmelidir. Bunların yanı sıra okullar “Düşünen, Öğrenen ve Uygulayan Okullar” olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Öğrencilere sadece bilgiyi aktarmak yerine, yaratıcılığı ve eleştirel düşünme becerilerini ve yaşam boyu öğrenmeye duyulan tutkuyu yaşam becerisi haline getirmelidir. MEB’in öğrencilerin öğrenmeden keyif almasını sağlayacak düzenlemeler yapması, öğretmenlerin çalışma koşullarını ve moral/motivasyonlarını yükseltmesi gerekmektedir. Öğrenmenin İhtiyaç Haline Geldiği, Öğrenmeden Keyif Alınan Okul Kültürünün Yaratılması
Yapılan eğitim planlamaları ve oluşturulan politikalar eğitiminkapsama alanına giren bütün kesimleri içerme kuralı genel ilke olarak benimsenmelidir. Hiçbir kesime dayatma ya da ayrıcalıktabulunulmamalı, eğitim sisteminin öncelikli sorunu olan “sınav merkezli yarışmaya dayalı eğitim” anlayışı terk edilerek, her öğrencinin kendi ilgi ve becerisi doğrultusunda hangi alanda okuyacağını kendisinin belirleyeceği bir eğitim sistemi oluşturmak için çalışılmalıdır. Eleştiriler ve öneriler dikkate alınmazsa eğitimde gelişme ve ilerleme olması imkansız olacaktır. Yaşanan durağanlık devam edecektir.
24-12-2016